“sen benim kelimelerimsin,
mürekkebimden akmadan duramazsın.”
-Bilirsin Haydutlar Gerçektir-Oğuz Can ACAR
Bir Dostun Aziz Hatırasına: Hayaller Devrimlerimizdir!
Aynura GENÇ
Söze nasıl başlanır bilmiyorum… Boğazım düğümleniyor, kelimeler anlamı yitiyor. Ne kelam etsem içimdeki yaşananları tarif etmeye yetmeyecek gibi. Oysaki konuşmaktan çok kendini yazarak daha iyi ifade eden biriyimdir. Fakat insanın elinin kalem tutmaya zorlandığı anlar olurmuş. İşte şimdi öyle bir anın içinde eziliyorum. Ruhum çekiliyor, ezalarım titriyor, gözümün dolmasına mani olamıyorum. Yazmak zor değildi benim için, zor olan böyle bir yazıyı kaleme almaktı. Bu satırlarda onunla olan hemdemliğimizden bahsedeceğim daha çok. Bana, bize, okurlarına neler kattığı ve neler öğrettikleri hakkında bir hatırat kaleme almaya çalışacağım.
Oğuzcan ile hikâyemiz onun Tamu Kapısı Anıları kitabının yayımlanmasıyla başladı. Başından beri severek takip ettiğim Demlik Mecmua ekibi ve aynı ekibin kurucusu olduğu Mavi Gök Yayınları’nın yayın hayatına başlayacağı kitabı merakla beklerken Mavi Gök’ün ilk kitabının mitolojik ve fantastik bir kurgu olduğunu görmek çok sevindirmişti. Özellikle Türk mitolojisini temel alınarak yazılan bu roman ayrıca ilgimi çekmiş ve beni heyecanlandırmıştı. Oğuzcan Acar adını o zamanlar sadece Demlik Mecmua’nın kurucularından ve yazarlarından biri olarak biliyordum. Sonrasında hemen kitabını temin edip okumaya başlamıştım. O zamanlar bir tanışıklığımız yoktu fakat kitabını okudukça onunla yakınlaştığımı hissediyordu. Bazı satırlarının altını çizip kendi kendimle konuştuğumu hatırlıyorum. İfadelerindeki derinlik, altındaki anlamlar bizi birbirimize yakınlaştırıyordu. Sonrasında kendisiyle iletişime geçip romanı hakkındaki görüşlerimi iletmiştim. O günden sonra muhabbetlerimiz arttı, aynı zamanda samimiyetimiz de. Belki tam anlamıyla tanımıyorduk birbirimizi fakat anlayabiliyorduk.
Aradan bir süre geçtikten sonra mitoloji ve fantastik kültür üzerine bir e-dergi çıkaracağını söylemiş ve bu dergide kalem tutmamı istemişti. Evet, o dergi şu an sayfalarında gezindiğiniz Fantas(an)tik idi. Konu özellikle mitoloji olunca reddedemeyeceğim bir teklifti açıkçası ve kabul ettim. Kalemim döndüğünce yazmaya çalıştım. İlk sayıdan sonra Fantas(an)tik’te mitoloji içeriklerinin editörü olarak yayın kurulunda yer alıyordum. Artık Oğuz ile aynı ekibin içerisindeydik. Bu, hayatımdaki en güzel deneyimlerden biri oldu. Onunla çalışmak harikaydı! Bu öyle kuru kuruya söylenen bir söz olmanın ötesinde. Kış güneşinin şu an kalemime ve deftere vurduğu ışığı gibi sıcak, tatlı ve yakmayan ama ruh ısıtan bir şeydi.
Bu sırada tabii Oğuz ile akademi üzerine sohbetler ediyor, görüşmeler yapıyorduk. Ben o zamanlar halkbiliminde yüksek lisans eğitimimi sürdürürken o da siyaset bilimi alanında yüksek lisansına devam ediyordu. Siyaset bilimci olduğu kadar bir halkbilimciydi de aslında. Hatta aramızdaki bağın kuvvetlenmesine halkbilimi alanında yazdığı bir makale vesile oldu diyebilirim. O günler demonoloji üzerine bir makale yazıyordu. Makalenin yayınlanmasına kadar olan süreçte sık sık görüştük, birbirimizin görüşlerinden sıkça istifade ettik ve sonunda makalesi yayınlanmıştı. Bu birlikte deneyimlediğimiz ilk akademik süreç olmuştu. Ondan sonra da akademiye dair ne yapmak istediysek ne yapıyorsak önce birbirimize danışır, sorar, okuturduk. Kabul aldığımız çevrim içi kongre ve sempozyumlara katılır birbirimize varlığımızla destek olurduk. İkimiz de içe dönük, kaygılı, utangaç insanlardık. Bu sebeple birbirimizi çok iyi anlayabiliyorduk. Susarken bile. Tez süreçlerimiz sancılı geçmişti. O gazeteleri tarayıp onlarla boğuşurken ben de Çağatayca bir yazmayı okumaya çalışıyordum. Bu süreçte birbirimize büyük destek olduk. Aynı şehirde yaşamıyorduk ama her an birlikte gibi hareket ediyorduk. Hatta birlikte bir çalışma programı dahi oluşturmuştuk. Eş zamanlı olarak masaya oturup çalışıyorduk. Bazen içinde bulunduğumuz ahval ve şeraite sövüyor sonra da “hak ettiğimiz güzel bir geleceğimiz var ulan!” diye birbirimizi gazlayıp sabahlara kadar çalışıyorduk.
Oğuzcan çok iyi bir arkadaş olmanın ötesinde bir yerdeydi. Harika biriydi. Aynılığın farklılıklarıydık. Biz onunla aynı tarihte doğmuştuk. İnsan hayatında kaç kişiye “senin de doğum günün kutlu olsun” der ki. Bunu yazarken bir tebessüm kaplıyor yüzümü. Aynı tarihte doğduk, aynı tarihte ölemedik. Öldüm gibi bir şey oldu ama ölemedim. O olsa:“Yaşanacak günler var Aynura! Evet, boktan bir durumdasın ama hayallerimiz var unutma, sarıl onlara” diye öğütlerdi. Arkadaşlığımız boyunca her şey olmuştu bana. Çıkarsız, kalıpsız bir sevgiyle sevmiş, anlamak için dinlemişti hep. Güzel bir şey mi olur, ilk onunla paylaşırdım. Çünkü bilirdim ki buna benden daha çok sevinirdi. İnsanın hayatına çok nadir girer her sevincini paylaşmak istediği o ilk kişi. Oğuzcan benim için öyleydi. Uzaktan ve kısa zaman diliminde sıcak, samimi ve doğru bir ilişki kurmuştuk ve onu kaybetmek bir yıkım oldu. Sevdiğim bir arkadaşımdan öte çok iyi bir insanı kaybettim. Saniyeler içinde 9 kurşunla… 9 kurşun bu dünyadan vicdanlı, erdemli, ahlaklı, azimli, özverili, çalışkan, merhametli, saygılı ve duyarlı gibi 9 sıfatın dokuzunu da üzerinde taşıyan bir canı aldı kopardı hayattan…
Oğuzcan ve Fantas(an)tik hakkında kelam etmek istiyorum biraz da. Onu üç kelimeyle ifade et deseler: “hayal, hürriyet ve üretmek” derdim. Oğuzcan hayalperest biri değildi. Yani hayal dünyasında yaşamıyordu. Hayalleriyle kurguladığı gerçekliği ve bir geleceği vardı. Fantas(an)tik de böyle bir hayalin ürünüydü. O, birçok şeyin içinin boşaltıldığı bu dünyada hayallerimizle var olacağımıza inanıyordu. Konuşmalarında ve yazılarında gerçekliğin ilk adımının hayal etmek olduğunu ifade ederdi. İstibdadın gölgesinden kaçıp hayallerin hürriyetini dile getirmek isteyenlere bir ses ve yol oldu Fantas(an)tik. Herkese konuşma hakkının verildiği bu dünyada bizimkisi susulacak bir mesele değildi. Oğuzcan en çok da bunun için mücadele etti. Düşüncenin varlığı ve ifade edilişi onun için önemliydi. Hürriyet için konuşmak, üretmek ve yaşatmak gerekti.
İnsan anlatılarıyla var olan bir canlıdır. Yaşayabilmek için suya ve çeşitli besinlere ihtiyacı olsa da var olabilmek için “anlam”a ihtiyacı vardır; anlamaya, anlatmaya, anlaşılmaya… Oğuz’un Fantas(an)tik’teki meselesi de buydu: anlamak, anlatmak, anlaşılmak. Bununla birçok insana yol açtı. Birçok insan onun öncüsü olduğu bu yolda kendi anlam arayışını ifade etti.
Türkiye’de fantastik kültürün, mitolojinin potansiyelini göstermek, bir karşılık oluşturmak ve literatüre katkı sağlamak amacıyla tamamen gönüllülük esasına dayalı bir ekiple çıktığımız yolda birlikte çok şey deneyimledik. Üretmenin, hayal etmenin, birlikteliğin o sıcaklığı bizlerin en nadide deneyimlerinden olabilir. Oğuz’un açtığı bu yolda el ele verip bir bütün olduk. O her zaman birleştirici bir şahsiyetti. Mücadeleciydi! Kimileri yumruk yumruğa mücadele ederken o fikirleri ve kalemiyle mücadele ediyordu. Durmuyordu, düşünmediği, yazmadığı bir an bile yoktu adeta. “acelesi mi var yahu az dinlen, nefes al” derdim… Meğer acelesi varmış. Şu ahir ömrüne anlam katmak, hayatı yaşamaktan ziyade yazmak istemiş.
Son satırlara gelirken sevgili kâri, onun kısacık hayatı, fikirleriyle, eyledikleriyle anlamlandırdığı hayatı, bize ışık ve yol olsun. Onun açtığı bu yolda hayallerimizle var olmaya devam edeceğiz. 2020 yılının sıcak bi’ yazında bir yazar olarak kurduğu Fantas(an)tik’i onun istediği, hayal ettiği noktaya birlikte taşıyacağız! Bu artık bir gönül meselesidir bizim için. Hayaller devrimlerimizdir, devrimler ki kelimelerle gerçekleşir. Öyle yukardan inmişçesine değil, yavaş yavaş büyüyen halkalar gibi. “ve unutma hiçbir haydut el koyamayacaktır kelimelere…” Bir hayali birlikte büyüteceğiz sevgili kâri. El ele kalem kaleme…
Aralık 2023, Tokat.