En Çok Okunanlar

Benzer Başlıklar

Koncolos Günceleri I

“Benim Canım Sevgilim”

Ölüm üzerine zamanında fazlasıyla düşünmüştü. Bunu kendi adına eyleme dökmek için birkaç kez çabaya da girmiş ve her denemesinde bir öncekinden daha ileri bir eşiğe adımını atmayı başarabilmişti. Yaşama içgüdüsünün üzerinde bir hâkimiyet kurduğu söylenebilir onun hakkında. Evet, evet bunu başarabilmişti. Kendi içindeki vahşetin çağrısına dahi elindeki kırbacı şaklatmaktan öteye geçmiş, tüylü bedenine ve grotesk kaslarının üzerine vurmuştu artık. En nihayetinde duygu dünyasından, vicdanın ağırlığından sıyrılabilmişti. Artık hazırım, son eşiği aşmanın önündeyim diye düşündü. Uzanıyor bütün o karanlık ve biçimden mahrum boşluk. Uzanıyor ve bekliyor beni kucaklamak adına, sevginin sevgi olmadığı zamanlardaki gibi bekliyor beni diyordu. Ve sonunda ne oldu biliyor musunuz? Adımını o son eşikten ileriye atmadı. Ölümün dahi bir anlamının kalmadığını fark etti, ölüm artık onu korkutmuyordu çekiciliğini yitirip gitmişti. Yaşamın bir anlamının kalmadığını da tam olarak o an hissetmişti. Ölüm bile ölmüş, yaşam kendisine varlığını hatırlatmayan bir yabancıya dönüşmüştü. Paniklemedi, yüzünde mimik dahi oynamadı, gözleri reflekslerden ibaret şekilde hareket ediyorsa ediyordu ancak. Onun adına, o adam için her şey tanınmamış bir deneyimden ibaretti, boşlukta süzülmekten ibarettiler.

“Sahi? Ne kadar zamandır kana susamış bir canavar ile yaşıyorum? Aylar mı? Yıllar mı? Hatırlamıyorum… Hiçbir şey hatırlamıyorum!”

İrkildi birden, çevresine panik dolu gözler ve gerilmiş yüz hatlarıyla bakıyordu. Dişlerini sıkmaktan diş etleri çatlamış ince bir kan sızıntısı ağzının içine doğru akıyordu. Bütün sinir uçları iğne batırılmış gibi teninin hiç hissetmediği yerlerine bile hayatta kalmanın çığlığını taşıyorlardı. Onu bir kuyuya çeken sonu gelmez karmaşık düşüncelerin yerini sadece terbiye edilmiş bir hayvana verilen komutlar almıştı. Kafatasını çatlatacak şekilde bağıran basit ve oldukça ilkel komutlar:

‘’Kan! Öldür! Parçala!’’

Zihnini dolduran bu tırmalayıcı çığlıklarla birlikte iki büklüm kapaklandığı yerden doğruldu. Duruşunu dikleştirdi. Kaslarının her bir çabasında sesler olduğundan daha belirgin daha otoriter bir şekilde iradesinin sütunlarına dolanıyorlardı. Sayısız muharebenin izini taşıyan vücudu soluk bir sokak lambasının altında varoluşun ilkelerini altüst eden bir “şey” gibi duruyordu şimdi. Onu az önce ölümüne dövmüş, bıçaklarını tenine saplamış dört beş kişi ne olduğunu dahi idrak edemeden dehşete düşmüşlerdi. Hiçbir şeye anlam veremeyen gözlerle sadece izliyorlardı. Bacakları zangır zangır titremeye başlamış, kendi vahşetlerinden emin tavırlarının yerini ürkek bir kedi yavrusu almıştı. Gördükleri şey karşısında dilleri tutulmuştu. Ne düşünebiliyorlar ne hareket edebiliyorlar ne de bir şey söyleyebiliyorlardı.  Çok değil, birkaç dakika öncesinde üzerine çullanıp bıçaklarını sapladıkları, çatlayan kemiklerinin çatırtısını duydukları adam mıydı bu? Nasıl olabilirdi ki? Nasıl bir insan bu kadar darbeye ve açılan yaralara rağmen hiçbir şey olmamış gibi dikilebilirdi…

Aralarından birisi yaşadığı şoku atlatmış ya da tamamen vahşetin getirdiği bir içgüdüyle diğerlerinden sıyrılıp öne doğru atladı, bıçağını sıkıca kavrayıp adamın göğsüne doğru savurduğunda fal taşı gibi açılmış gözlerinin gördüğü son sahne sonuna kadar açılmış bir ağız ve hiçbir hayvana ait olamayacak kadar sivri dişlerdi. Zihninin ne gördüğüne dair bir anlam yaratacak kadar bile zamanı olmadı. Başı gövdesinden ayrılıp göğüs kafesi parçalanırken bile dehşet duyamayacak kadar uyuşturulmuş bir et torbasından öteye gidememişti sonu. Diğerlerinin de bu varlık dünyasından silinip gitmeleri farklı olmadı, onlardan geriye kalan çürüyecek olan uzuvlardan ve saçılmış organlarından başka bir şey değildi. Bu yaşama dair hissettikleri son hislerin bu kadar karmaşık olması ancak hiçbir şekilde de belirgin bir hisse dönüşmemeleri saniyeler içinde yaşanan bu kan banyosunu daha da trajikomik bir hale getirmişti.

Solgun sokak lambasının altı şimdi hiç olmadığı kadar sessizdi. Yere saçılmış insan parçalarının ortasında duran o “Şey” az önce hiçbir şey yaşanmamış gibi öylesine duruyordu. Ona bu noktadan sonra anca şey denilebilirdi; görüntüsü ne bir hayvandı ne de bir insan, ışığın altında durmasına rağmen ışığı parlaklığı emerek soluk bir hale getiren titrek bir gölgeler bütünüydü sadece. Her şey yavaş yavaş normale dönmeye başlayıp ceset parçalarının üzerine ziyafet çekmek için üşüşen sinekler gelmeye başladığında o şey sokağın sonuna doğru süzüldü. Gittikçe normal bir insana benziyordu uzaktan elleri, kolları ve ayakları vardı. Deri bir ceket giyiyor olmalıydı hatta bunca şeyden sonra uzaktan bakıldığında bir insandan farksız görünüyordu. Her şeye en başından beri şahitlik eden bir çift göz belirdi karanlıktan, arkasından onu izlerken az önce ölenlerin ıstırap dolu ruhları hala terk etmemişti bu dünyayı, ışığın etrafında savrulup dururken bakışlarını ona çevirdi, masalsı bir ses tonu hâkimdi şimdi katliamın ardında:

‘’Evet, evet bir canavar bu, pençeleriyle ayrıştıran, dişleriyle parçaladıkça parçalayan ve en sonunda hiçliğe parçalar savuşturan bir canavar. Elbet o da parçalara ayırıp yiyecek bir şey bulamadığında kendisini parçalayıp yemeye başlayacak. Ah ne kadarda ıstıraplı ve uyuşturulmaya mecbur bırakılmış bir sondur bu. Trajedik, Travmatik ve komik. Varlık evreninden kendi varlığını silebilmek. Ne kadar da yüce bir son bir o kadar trajikomik… Ama sevgilim, sen kaç kere kendi sonunu getirmek istedin bunun için daha erken, lanetlendiğini düşünüyorsun ama bu sana kâinatın verdiği en nadide lütuflardan biri ancak hala inkâr ediyorsun. Ah benim canım sevgilim, hala içindekini bir canavar olarak görüyorsun…’’

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz