En Çok Okunanlar

Benzer Başlıklar

Cazu Üstadın Günlüğünden Bir Kesit

Osmanlı Döneminde ücretleri devlet tarafından ödenen ve nerede bir paranormal olay olsa ortaya çıkıp Şeyhülislam’ın da desteğiyle olaya neden olan varlığı yok eden “cadıcı/cazucu” veya “cadı/cazu üstatları” adında bir grup bulunmaktaydı. Bu insanların kimlikleri sadece Şeyhülislam ve padişah tarafından biliniyor ve devlet görevlisinden ziyade gönüllü olarak bu işi yapan kişiler olarak anılıyorlardı.

Kimilerine göre ülkenin her eyaletinden bir cadı üstadı sorumluydu ve öldüğünde bu unvan kendi seçtiği bir altsoyuna geçiyordu. Kimilerine göre ise bu cadı üstatları çok ama çok uzun yaşıyordu. Kimilerine göreyse cadı üstatları kendi meclislerine ihanet etmiş ölümsüz cadılardan oluşuyordu.

***

1557, Macaristan

Dolunayın ışığı Tuna Nehrini aydınlatıyordu. Güneşin doğumuna az bir saat kalmış olsa da geceyi aydınlatan dolunay hiç gidecek gibi durmuyordu. Gecenin güneşi az bulutlu gökyüzünde tüm olanları izliyordu.

Gölün kenarındaki çite baktı. Köydeki çocukların çakılarıyla verdiği özensiz desenler eskimişti artık. Kışın soğuğunda kurumuş koca çınar ağacı, martın ilk günlerinde köklerinde erimeye direnen karlara aldırmadan yeni yaprakları için filiz vermişti bile.

Derin bir nefes aldı. Nehrin ve karın soğuk kokusuyla doldurdu ciğerlerini. Sakince nefesini verirken açılan ela gözleri yerdeki oyuncak bebeği fark etti. Kızlardan birinin düşürmüş olacağını düşününce soğuktan neredeyse morarmış dudaklarında tatlı bir gülümseme belirdi. Bebeği yerden alırken babasının ona söylediği fakat bir çocuk için azıcık da korkutucu ninni geldi aklına ve bebeğin kollarından tutup havaya kaldırarak ninniyi söylemeye başladı:

“Kurtlar uyurken ormanda.

Yarasa donarken soğukta.

Fakat biri var hala uyumayan,

Tüm canavarlardan da korkan.”

Babasının tam burada ninniyi kesip “O da sensin!” diye kulağına fısıldayıp burnuna vurması geldi aklına. Dolan ela gözlerini silmek için durdu ve artık eskimiş yırtık cüppesinin koluna sildi gözlerini. Bebeği gerçekten uyuyormuş gibi kucağına aldı ve nehrin kenarındaki çitlere oturunca yansımasını gördü.

Açık buğday tenini babasından almıştı fakat ela gözleri ve kestane saçları annesinden mirastı. Öldüğünden beri saçlarını tıpkı annesi gibi topluyordu. Toplayıp kendi içinden geçirdiği saçları bir çember gibi başını çevreliyordu. Üzerinde annesiyle aynı gün öldürülen ablasının açık mavi elbisesi vardı. O gün bu elbise için kavga etmişler ve annesi onları ayırmak için komşunun hamur yoğurmasına gidememişti.

Gökyüzünden düşen minik kar tanelerine takıldı gözü. Martın ilk günleriydi ve hala kar kalmakta ısrar ediyordu. Cüppesine düşer düşmez eriyen kar tanelerine gülümserken arkasında birinin olduğunu hissetti.

“Ne zamandır ordasın?”

“Bir süredir.”

“Neden seslenmedin?”

“Bebeği uyandırmak istemedim.”

İstemsizce sönük bir kahkaha attı kadın. Arkasını dönünce kafası neredeyse kelleşmiş, sakalı göğsüne değen adamı gördü. Yaşından ötürü çıkan göbeğini kızıl ipekten bir kuşakla bağlamış ay ışığında parlayan gümüş kamasını oraya tutturmuştu. Aynı gülümseme onun da yüzündeydi.

“Ninniyi de duydun mu bari?”

“Duymaz mıyım hiç, çok uzun zaman oldu.”

“Öyle. Buranın halkı unutmuş her şeyi! Burada yaşanan katliamı unutmuş!”

Bebeği bir eline almış yaşlı adamın arkasındaki kırık dökük ahırı gösteriyordu. Sesindeki çocuksu öfke tavırlarına da yansıdığından adam eğlenir gibi görünüyordu.

“İnsanları aklında başka şeyler var artık çocuğum.”

Bu defa daha kuvvetli attığı kahkahasını bitirdiğinde dolunay çoktan yerini sabahın ilk ışığına bırakmıştı.

“Ne gibi şeyler?”

“Bir iblis. Ahırlardan inekleri ve keçileri kaçırıp parçalıyor.”

“İnekler ve keçiler mi? Bir iblis onları ne yapsın? Kurt falan olmasın sakın, ya da bir ayı?”

“Hayır çocuğum, bir iblis. İnekler ve keçilerin sesine uyanan ev halkı dışarı çıkınca onlarla besleniyor. Eski ve işe yarayan bir taktik.”

“Vayy, zekice.”

“Öyle.”

“Ama eğer bu bir iblisse neden evlere direkt girmiyor? Bu daha kolay olmaz mıydı?”

Giderek yaklaşan yaşlı adamla yan yana durdular. Kızın soru soran gözleriyle yaşlı adamın bilge gözleri buluştu.

“Bu sıradan bir iblis değil çocuğum. Bir cazu. Kendi çemberinin sonuncusu ve hayatta kalmak için insan kanına ihtiyacı var.”

“Anladım.”

“Umarım bu söylediklerim seni korkutmamıştır çocuğum.”

“Hayır, biraz önceki ninniyi duydunuz. Bana babam hep böyle ninniler söyleyip hikayeler anlatırdı. Cadılar, vampirler, kurt adamlar, hortlaklar… hiçbirinden korkmam ben.”

“Ne ala. Baban seninle gurur duyuyor olmalı.”

İkisi de yeni doğan güneşi izlemeye başladılar. Güneşin ışığı açık buğday tenlerine dokununca kız derin bir iç çekti.

“Bilmiyorum, bana hiç bunu söylemedi.”

Arkasını dönüp ahıra doğru yürürken bebeği tekrar kucağında taşıyan kıza döndü yaşlı adam.

“Ödemem çoktan yapıldı çocuğum.”

Kız durdu ve sakince yaşlı adama yüzünü döndü.

“Ne ödemesi?”

“Senin için.”

“Aaa, anlıyorum.”

Bir eliyle saçlarını serbest bırakırken yere düşen bebeğe aldırmadan cüppesinin kopçasını çözdü. Yaşlı adamın duruşunu dikleştirdiğini ve bir elini kamasına götürdüğünü görünce alaycı bir şekilde gülümsedi. Elbisesinin göğsünü açarken açık kalan saçlarını hafifçe salladı ve bir kısmının yüzünü kapatmasına izin verdi.

“Belki biliyorsundur, biz cazular saldırırken çıplak oluruz ki sizler bizi elbiselerimizle yakalayamayın.”

Cümlesini bitirdiğinde elbise yere düştü ve yaşlı adamın değişmeyen yüz ifadesini görüp yalandan bir düş kırıklığıyla dudaklarını büktü.

“Beğenmedin mi?”

Yaşlı adam ona doğru gelirken bükülen dudakları yukarı kalkarak bir gülümsemeye dönüştü.

“İçerdeyim o zaman…”

Bir anda saydam bir ışık hüzmesine dönüşüp bir menteşesi kırık ahırın içine kaçarken attığı şuh kahkaha şeytani bir sese dönüştü.

Yaşlı adam bir an duraksasa da yürüme temposunu bozmadan ahırdan içeri girdi. Çoktan çekmiş olduğu gümüş kamasının aynı alaşımdan yapılan kını da diğer elinde duruyordu. Pelerinini ahırın dışına asmış üzerinde bizzat Şeyhülislam Efendi’nin tılsımladığı gömlekten başka bir zırhı yoktu.

Sakin ve emin adımlarla dolandığı ahırın tahta duvarlarında ve direklerinde kan izleri vardı. Ölü bakan bir ineğin kafasından akan kan ilerdeki samanların içinde yüzdüğü bir kızıl gölü besliyordu. Yeni doğan güneş artık iyiden iyiye kendini göstermiş olacak ki tahta aralıklarından sızan ışıklar içeriyi aydınlatıyordu.

Bir inlemeyle üzerine gelen koca bir saman arabasını yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle boşa çıkardı ve otomatik bir şekilde kamasının kınını canavarın ona atacağı pençesinin ortasına batırarak saman tozlarının üzerine yapıştığı saydam ışık halindeki canavarın boğazını kesmek için gümüş bıçağını salladı. Çevik ve ustaca hareketlerle arka arkaya salladığı tüm bıçak hamlelerinden kaçan canavar bir anda yüzünü gösterip boğazına doğru kanlı dişleriyle hamle yaptığı anda tereddüt etmeden kını yere bırakıp ondan önce davrandı.

Boğazından yakaladığı canavarı “Ya Allah!” diyerek tek hamlede yere yapıştırdı. Vakit kaybetmeden kamasını saplayacakken bir anda ışınlanan canavar adamın yere kapaklanmasına neden oldu. Nefesi toparlamaya çalışıp ayağa kalkarken bacağından akan kanı fark etti. Cazu fark etmediği bir anda bacağını pençelemişti.

Tam doğrulmuştu ki bu defa bir at arabasının ona doğru uçtuğunu görüp ileri doğru bir takla atarak biraz önce yere bıraktığı kını da alıp saman tozuna bulanmış ışık hüzmesine doğru hamle yaptı. Kolunu hızlıca yakalayan cazunun pençesini yüzünde hissettiğinde tırnakların daha derinden kesmemesi için kendini bıraktı ve yere düşerek cazunun bir bacağına batırdığı kamasıyla eti kemikten ayırdı.

O acıyla bağıran cazunun tekmesini hissettiğinde çoktan ahırın bir köşesine uçuyordu. Sırtında hissettiği tahta direkten gelmesini ümit ettiği kırılma sesine aldırmadan ayağa kalktı ve nefes nefese gardını aldı.

Arkasındaki cazuyu hissedip kamasını batıracakken kafasında ve omzunda boynunu ortaya seren pençeleri hissetti. Cazunun iki sivri dişinin kaftanı ve tılsımlı gömleği geçip etini deldiğini hissettiğinde kanlı dudaklarından bir çığlık yükseldi.

“YA HAK!”

Cazunun saçlarından yakaladığı bir eliyle onu biraz önceki gibi yere sermeye çalışırken kanla güçlenen canavarın çığlığıyla yere yuvarlandı. Kollarını iki yana açıp çığlık atan canavara bakarken ağzına gelen kanı yere tükürünce kendi elindeki elinde biraz deriyle kestane rengi saçları gördü. Yüzündeki yarım sırıtmasıyla ayağa kalkmaya çalışsa da sağlam kolu üzerine yaslanır şekilde oturabildi ancak. Başı geriye yatık canavar çığlık atmayı bitirdiğinde perdelenmiş ela gözleriyle ona baktı.

İçtiği her damla kan cazulara o insanların gücünü de bahşettiğinden çıplak vücudu sadece kastan oluşuyordu. Nerede başladığı belli olmayan sivri tırnakları parmaklarından daha uzundu. Uç kısmı yukarı doğru basık burnu, deliklerini genişletmiş, daha rahat nefes ve koku almasını sağlıyordu. Güzel dudakları kanla kaplanmış ikisi daha belirgin sivri dişleri kandan sararmış halde duruyordu. Kanlı dudakları kahkaha benzeri bir çığlıkla açıldığında ağzındaki kanların çenesine ulaştığını gördü. Gömleğin kopan bir parçası iki sivri dişin arasında takılı kalmıştı.

Ona yaklaşan canavara karşı ayağa kalkmaya çalıştıkça dudakları kıpırdayan canavarın sıkıntısı üzerine çöküyordu. Sadece dayandığı kolundan destek alarak geriye doğru sürünebildi birkaç defa. Boynundan durmayan kan kaftanı ve tılsımlı gömleği göğüs kısmına kadar kızıla boyamıştı. Şimdiye dek en azından kanamanın durması gerekiyordu, tılsımlı gömlek buna yardımcı oluyordu. Korktuğunu fark edince şaşkınlıkla bir daha gerilemeye çalıştı fakat cazunun üzerindeki etkisi daha ağırlaşmış olmalıydı ki sadece dayandığı kolunun üzerine biraz daha çökebildi.

Korkusunun kokusunu alan cazu, avının ölmesini bekleyen bir yılan gibi sinsice ona yaklaşıyordu. Ondan bir hamle beklediği açıktı, yaşlı adamın artık kıpırdamaya bile takati kalmadığını görünce koca ağzını açarak adama saldıracaktı ki dudaklarının kenarındaki damarların morardığını fark etti. Panikle vücuduna bakarken damarlarının giderek morardığını ve gücünü kaybettiğini hissetti. Korkuyla adama doğru çığlık atarken yaşlı adamın ona salladığı tokatla suratı buluştu.

“Bism-i Allah!”

Attığı tokatın etkisiyle cazunun arka arkaya iki tahta direği parçalayıp ahırın yarı kapalı kapısından dışarı çıktığını gören yaşlı adam, kanamanın durduğunu fark etti. Gücü geri gelmiş, tılsımlı gömlek işini yapmaya başlamıştı. Hızlıca kamasını düşürdüğü yerden alıp canavara yönelmişken cazunun korku dolu bodoslama iki pençesinden kolayca sıyrılıp tek hamlede bileğinden kını batırdığı elini kopardı. Acıdan çığlık çığlığa bağıran canavarın damarları kamanın etkisiyle birer birer patlıyordu. Hala ondan hızlı kaçan cazu kapıdan çıkacakken kamasını fırlattı ve sırtından kalbine giren kamanın sesi canavarın sesini bastırdı. Ağzından sadece duman ve bir tıslama çıkan cazu, bir eliyle kamaya ulaşmaya çalışırken olmayan eliyle de toprağı tırmalayarak kaçmaya çalışıyordu. Kaslı vücudu patlayan damarlarındaki kanın buharlaşmasıyla kızıl bir bulutun içinden eski güzel haline dönüyordu. Artık sabahki haline dönen kızın yanına gidip kamayı sırtından çıkarmak için eğildiğinde başı dönen yaşlı adam iki kolunun yardımıyla toprakla yüzleşmekten kurtuldu. Boynundan akan kanın toprakla buluşmasını izlerken yanında kesik kesik nefesler veren cazuya baktı.Ela gözleri geri gelmiş, yüzü acıyla kırışmıştı. Boğazına kadar gelen safrayı geldiği yere gönderirken başını önüne eğmişti. Son bir gayretle sırt üstü düştüğünde kırılanın sadece tahta olmadığını anladı. Ağzından çıkamayan çığlıkla yüzünü kıza döndü.

“Seninle gurur duyuyorum kızım.”Son nefesini veren kızının yüzündeki gülümseme, gözünden gelen tek damlanın toprağa düşmesiyle masum yüzünü perdeledi. Kızının gözleri boşluğa bakarken kendi görüşü bulanıklaştı ve nihayetinde başındaki çınlamayla her yer karardı.

***

“DESTUURRR!!!”

Derin bir nefesle uyandığında kulağında onu yetiştiren cadı üstadının sesini duydu bir an. Ayrılmış koyu kahve gözleri yüzünün sol yanındaki tırnak izlerinin acısını haykırıyordu. Gözleri güneşin ışığından kamaşsa da kapanmıyor inatla acımaya devam ediyorlardı. Sırtındaki hareketi de hissettiğinde vücuduna tekrar sözünün geçtiğini anladı ve hemen sol yanına döndü.

Kaç gündür burada yattığını bilmese de kızının çürümüş etine bakarak en azından 4 gündür yattığını söyleyebilirdi. Hızlıca kalktı ve kızının dişlerinin arasındaki tılsımlı gömleğin parçasını alıp bir firketeyle gömleğe tutturdu. Yerdeki oyuncak bebeği alıp ahırın girişine astığı cübbesini de sırtına attı. Nehrin karşısında görülen devriye kalesine doğru yola çıkarken aklında kızının ninnisi vardı.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz