Suat Derviş’in 1924 yılında yayınlanan romanı Buhran Gecesi, hepimizin bildiği cennetten düşüş hikâyesine konu olan Havva’nın trajik yazgısını birleştiriyor. Böylelikle, hikâyeye gotik bir çerçeve ekleyip insanlığın düşmeye yazgılı olduğunu ifade ederek gotik edebiyatın -romantizmin aksine- sahiplendiği “insan olmanın koşullarını aşamama” temasını da öne çıkarıyor. Belki de bu yüzden, sonu başından belli bir insanlık trajedisine gotik üslup oldukça uygun düşüyor. Gotik türün Türk edebiyatındaki mükemmel bir örneği olarak da birçok açıdan incelenebilecek esere biz, folklor ve mitolojiyi öne alarak göz atmayı tercih ettik.
Roman, Nedim adlı karakterin kendisine miras kalan köşke yerleşmesiyle başlıyor. Köşkün önceki sakinleri ise Zehra ve eşi. Zehra, bakışları, görünümü ve kişiliğiyle öyle etkileyici bir karakter ki, ölmüş olmasına rağmen varlığı bütün köşke sinmiş ve Nedim de bu varlığın tesiri altına girmekte gecikmiyor. Bu tesiri ve hatta hayranlığı köşk ve Zehra hakkındaki uğursuz söylentiler bile engelleyemiyor. Ahali, Zehra’nın etrafta dolaşan beyazlı kadın ile aynı kişi olduğuna ve geceleri ağlayarak, inleyerek, af dileyerek dolaştığına inanıyor. Hatta, çevre köşklerden birindeki çocuğun kalbini sökmeye çalışırken öldürdüğü dahi mevzu bahis. Her hâlükârda, Nedim bunlara aldırmıyor ve fırtınalı bir gecede yine köşke gelen Zehra’nın yani beyazlı kadının acı dolu hikâyesini dinlemeye başlıyor.
Cennetten Düşüş
Dediğimiz gibi, bu aslında cennetten düşüşün bir hikâyesidir. Zehra ve sevdiği adam aşklarına zarar gelmemesi adına tüm kötü gözlerden uzak olan bu köşke yerleşiyorlar. Gerçekten de cennette yaşarlarken durum, Zehra’nın karşısına çıkan şeytanın elçisi Haset ile değişiyor. Bunun sebebi ise Zehra’nın gitmemesi gereken virane bir köşkün yine virane bahçesindeki sarı çiçeklerden toplama arzusu. O noktada karşısına çıkan Haset bile ona neden rengarenk canlı çiçekler dururken bahçesindeki sarı çiçekleri toplamak istediğini soruyor. Çünkü biliyor ki, Zehra ölümün rengini taşıyan o sarı çiçekleri isteyerek kendi mutlu hayatını ölümle takas ediyor. Bu andan sonra hep peşinde olan şeytanın elçisinin ektiği kıskançlık tohumları yüzünden çok sevdiği hayat arkadaşının kalbini söküyor ki kendisi yok olduktan sonra bile o kalp sadece Zehra için atsın. Kendisinin de sık sık vurguladığı gibi tanrının işine karışarak yaratamayacağı bir şeyin canını alıyor. Bu da onun sonsuza dek arafta kalarak yeryüzünde sevdiği adamı hayata döndürecek bir kalp aramakla lanetlenmesine sebep oluyor.
Cennet bahçesini bırakıp virane bahçeye girme arzusu Zehra’nın düşüşünün ilk adımı aslında. O andan itibaren bitmek tükenmek bilmeyen bir azap içerisinde şeytanın elçisinin attığı nifaklara yenik düşmeye başlıyor. Tıpkı cennetteki yılanın insanın ölümsüzlük arzusunu kullanarak oradan kovulmasına sebep olması gibi şeytanın elçisi de insanın bir başka zaafını, ölümsüzlük arzusunun kardeşi olan unutulmamak arzusunu, kullanarak Zehra’nın sevdiği adamı öldürmesine yol açıyor. Bu da Zehra’nın sonsuz azabının başlangıcı oluyor. Çünkü bu vakitten sonra Zehra’nın romanda daima atıf yapılan masumiyeti yok oluyor. Zehra, kendi yaratmadığı bir canı alarak bir nevi tanrıcılık oynuyor. Zaten meşhur düşüşün sebebi de Âdem ile Havva’nın yasak meyveyi yiyerek tanrısal vasıflara ortak olması değil miydi? İnsanlığın, sadece insana özgü olan zayıflıkları, arzuları ve hırslarının vardığı sonuçlar yüzyıllar boyunca birçok anlatıda dile getirilerek önümüze ibret olarak konmamış mıdır? Zehra da bir insan olarak sonsuza dek sevilmeyi diledi. Öyle ki, işi sevdiği adamın kalbini vahşice sökmeye kadar götürdü. Ölüp toprak olduktan sonra bile sevilmek bir nevi yaşamak demektir ve asıl ölüm unutulmaktır. İşte Zehra da unutulmamak, öldükten sonra dahi yaşamak, ölümsüz olmak istedi. Romanda sık sık bahsedildiği gibi görenlerin hafızalarına adeta bir çivi gibi çakılan eşsiz güzelliği ve etkileyiciliği olan bir kadın için unutulmak ölümden beter bir şey olurdu. O, unutulmamak için bir can aldı. Oysa sonsuzluk ve can alıp vermek sadece tanrıya mahsustu. Böylelikle, çizgiyi aşan Zehra sonunda kendi cennetinden düştü. Unutulmamak arzusuyla cinayet işlemesine yol açan bencilliği ve kibri Zehra’ya sonsuzluk getirdi ancak bu sonsuzluk ona mutluluk değil elem verdi.
Kayıp Bir Ruh: Beyazlı Kadın
Cennetten düşerek masumiyetini yitiren Zehra ebediyen yeryüzünde dolaşmaya mahkûm bir ruh olmuştu. İşte bu noktada, söz ettiğimiz mitolojik katmandan sonra karşımıza başka bir folklorik katman daha çıkmaktadır. Zehra, sonsuza dek dünyada dolaşmakla lanetlenmiş kadın hayaletlerden en bilineni, “beyazlı kadın” olmuştur. Beyazlı kadın neredeyse bütün dünya folklorunda önemli bir yer edinmiştir. Türk folklorunda da özellikle Balkan etkisi görülen yörelere ait söylencelerde hayalet kadınlar karşımıza çıkar. Çoğu zaman “beyazlı kadın” olarak adlandırılmasa da “hayalet gelin” denen bu hortlak figürü beyazlı kadın anlatılarıyla ortak özellikler taşır. Mehmet Berk Yaltırık’ın da belirttiği gibi bu gelinlerin efsaneleri arkalarında hüzünlü hikâyeler saklar:
“Ya atsız bir faytonun tepesinde ya minare tepesinde yahut ıssız bir yolda sakince yürürken tasvir edilir. Kimi anlatılarda kızıl veya siyah giysilerle, elbisesi üzerindeki kan lekesine benzer lekelerle tasvir edilse de artık Rumelinin ürkünç ve kanlı hortlak gelinlerinden ziyade, talihsiz bir olayın, yarım kalmış bir düğünün yahut istenilmeyen bir evliliğin nişanesi olarak addedilen mahzun hayalet söylenceleri söz konusudur” (Yaltırık, 2018).
Hayattayken başlarına gelen talihsiz olaylar sonucunda huzur bulamayan hayalet gelinler, alıntıda da görüldüğü gibi, kimi zaman zararsız bir şekilde ortalıkta dolanır kimi zamansa yaşarken ona zarar verenlerden intikam alır ve çoğu söylencede tanrısal tabuyu çiğneyen bir günahkâr olarak tasvir edilmez. İşte tam bu noktada romandaki beyazlı kadın ve Türk folklorundaki hayalet kadın motifi ayrılır. Zehra’nın özellikle Avrupa folklorundaki beyazlı kadın anlatılarıyla benzerliği dikkat çeker. Zira Türk folklorundaki anlatılarından farklı olarak Avrupa’daki söylencelerde tıpkı romanda gördüğümüz gibi kadına biçilen bir “kefaret” teması öne çıkar. Bu kadınların ortak özelliklerinden biri, hayattayken işledikleri bir günahtan ötürü ceza olarak ebediyen yeryüzünü dolaşmaya mahkûm edilmeleridir. Fransa’dan aktarılan bir hikâyede ağlayarak ve inleyerek Saint-Paul şatosu etrafında dolaşan beyazlı bir kadın anlatılır. Bir ıhlamur ağacının önüne çökmüş, ölen oğlu için gözyaşı döken bu kadın, çocuğunu öldürdükten sonra buraya gömmüştür ve ağacın yeterince büyümesini beklemektedir. Böylece oğluna tabut yapabilmek için gerekli tahtayı buradan sağlayabilecektir. Ancak ağaç düzenli olarak kesildiği için hiçbir zaman amacına ulaşamayacaktır (Mezzoni: 2014).
Kimi anlatılarda da cinayete kurban giden kişi bizzat kendileri olmuştur. Bu gibi efsanelerde kadın genellikle ya kocasını aldatır ya da sevdiği kişiden ayrı bırakılır. Örneğin, yine Fransa’dan bir anlatıda Belcastel Şatosu’na korku salan bir beyazlı kadından bahsedilir. Anlatılana göre kadının uzun bir yolculuktan dönen kocası onu sevgilisinin kollarında yakalar. Kadını şato kulesinin en tepesinden aşağı atarak öldürür (Bkz. Roualdés: 2019). Bir başka trajik beyazlı kadın efsanesi de Estonya’daki Haapsalu Kalesi ile alakalı olarak anlatılır. Orta Çağ’da piskoposların idaresindeki bir manastır olan kalede yaşayan din görevlileri doğal olarak bekaret yemini ederler ve buna dayanarak da kadınların manastıra girmesinin cezası ölüm olarak kararlaştırılır. Ancak bir gün içlerinden biri, dışarıda dolanırken genç bir kıza âşık olur, tabii kız da ona. Aşklarını saklı tutmaları gerektiğini anladıkları için bir çözüm bulurlar. Kız bir süre manastıra koro üyesi genç bir erkek olarak giyinip gelir. Fakat sırları gün ışığına çıkar. Bunun üzerine, genç adam kalenin zindanında açlıktan ölmeye terk edilirken kız da o dönem inşa edilmekte olan şapelin duvarlarına hapsedilir. İşte, o günden beri ruhu huzura eremeyen genç kızın her dolunayda, kaybettiği aşkının ardından yas tuttuğuna inanılır (Taylor, 2023). Görüldüğü gibi neredeyse hepsinde ortak tema kadının konulan bir yasak ya da tabuyu çiğneyerek bir günahkâr olarak tasvir edilmesidir ve bu yönüyle sözünü ettiğimiz yaratılış mitine ne kadar da benzer!
Romandaki beyazlı kadın hakkında dikkat çekici bir husus da onun bir göle girerek intihar etmesidir. Jane C. Beck’e göre, Galler ve İngiltere’deki beyazlı kadın anlatılarında intihar-özellikle de boğularak intihar etmek-temel bir karakteristik olarak karşımıza çıkar. Galler’de Dynes Mewn Gwyn (Beyazlar İçindeki Kadın) denen beyazlı kadın hikâyelerinde hayalet, beyazlar giyinmiş olan belli bir kişinin hayaletidir. Bunlardan birine Llangwm/Denbighshire’da rastlanmıştır. Buna göre, bir kadın yaşadığı yerin yakınlarındaki bir göle kendisini bırakarak intihar eder. Olaydan sonra insanlar gölün kıyısında ya da göl yakınlarındaki bir köprüde beyazlı bir kadın gördüklerini söylemişlerdir. Ayrıca kadının eski yatak odasında da gezindiği anlatılagelmiştir (Beck, 1970: 295-296). Lakin görünüşe göre, suya girerek intihar eden beyazlı kadın efsanesi sanıldığından daha da yaygındır. Kanada, Quebec taraflarında bir şelale Beyazlı Kadın Şelalesi ismini taşır. Şelalenin adını aldığı efsaneye göre, Mathilde oraya giden Fransız yerleşimcilerden biridir. Yakında evleneceği nişanlısı Louis, Beauport Muharebesi’nde ölünce genç kız, gelinliğini de giyerek kendini her zaman zirvesinde buluştukları bu şelalenin sularına bırakır (Tison, 2014). Yaltırık’ın Türk folklorundan aktardığı Taş Köprünün Gelini hikâyesinde de istemediği bir adamla zorla evlenen genç kızın kendini tam da düğün gecesi bir köprüden nehrin azgın sularına bıraktığını görürüz (Yaltırık, 2020). Zehra da kara suya girerek intihar eder ve geceleri bahçedeki havuzun kenarında görünür. Onun geceleri eve geldiği de oturduğu koltuğun ıslak kalmasından anlaşılır. Coleman O. Parsons’a göre, bir hayalet olarak beyazlı kadın su kenarlarını mesken tutabilir. Bu, söz konusu elim olayların orada yaşandığını gösterir (Parsons, 1933: 303). Bazı anlatılarda beyazlı kadın bir su perisi veyahut bir tanrıça olarak da karşımıza çıkabilir. Bunu mesken tuttuğu su kaynaklarının şifalı görülmesiyle ya da dolandığı tarlaların hasadının iyi ya da kötü olacağını bildirmesiyle anlarız. Örneğin, yine Fransa’da Saint-Paul Şatosunun oralarda ortaya çıkan bir beyazlı kadın hayaletinin çevredeki şarap bağlarında dolandığı görülür. Eğer kadın mutlu görünüyorsa, belinde taşıdığı anahtarları sallayarak geziniyorsa işte o zaman hasadın çok iyi olacağına inanılır. Eğer ki kadın ağlıyorsa ve mutsuzsa tam tersi geçerlidir (Mezzoni, 2014). Burada gördüğümüz bereketin anahtarını elinde tutan tanrıça varyasyonu beyazlı kadının aksine Zehra, bariz bir şekilde hayalet olarak ortaya çıkar. Zaten o, tanrısal bir varlık olamayacak kadar insandır. Zaafları, arzuları vardır ve kıskançtır. Bütün beyazlı kadın anlatılarına baktığımızda neredeyse hepsinin ardında konulan bir yasak ya da tabunun çiğnenmesi sonucu ortaya çıkan bir trajedi görürüz. Buhran Gecesi’nin Zehra’sı da bir beyazlı kadın olarak ardında sadece sevilmek isteyen güzeller güzeli bir kadının üzücü hikâyesini değil aynı zamanda bütün insanlık trajedisini taşır.
KAYNAKÇA
BECK, J. C. (1970). The White Lady of Great Britain and Ireland. Folklore, 81 (4), 292-306.
DERVİŞ, S. (2020). Kara Kitap. İstanbul: İthaki Yayınları.
MEZZONİ, E. (2014). Légendes et Mystères des Régions de France. Paris: Robert Laffont.
PARSONS, C. O. (1933). Association of the White Lady with Wells. Folklore, 44 (3), 295-305.
ROUALDÉS, M. (18. 07. 2019). La Dame blanche veille toujours sur Belcastel…, 28 Ekim 2023 tarihinde https://www.ladepeche.fr/2019/07/18/la-dame-blanche-veille-toujours-sur-belcastel,8318673.php sitesinden alınmıştır.
TAYLOR, M. (23.08.2023). The White Lady will return to Haapsalu this weekend, 11 Kasım 2023 tarihinde https://balticguide.ee/en/the-white-lady-will-return-to-haapsalu-this-weekend/ sitesinden alınmıştır.
TISON, M. (10.03.2014). La Dame blanche de la chute Montmorency, 11 Kasım 2023 tarihinde https://www.lapresse.ca/voyage/destinations/quebec/201403/10/01-4746265-la-dame-blanche-de-la-chute-montmorency.php sitesinden alınmıştır.
YALTIRIK, M.B (01.11.2018). Rumeli’nin hortlak gelinleri, 09 Kasım 2023 tarihinde https://t24.com.tr/k24/yazi/rumelinin-hortlak-gelinleri,1997 sitesinden alınmıştır.
YALTIRIK, M.B (01.06.2020). Taş Köprünün Gelini-Balkanlardan Korku Hikayesi, [Video]. Youtube. 11 Kasım 2023 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=yXazBPA2_rw&ab_channel=SonGulyabani-MehmetBerkYalt%C4%B1r%C4%B1k sitesinden alınmıştır.