İki uğursuz adam o gece, Yeni Budapeşte’nin Tuna’ya bakan ıssız sokaklarının birinde, gelecek olan denizaltıyı beklerken boş boş konuşuyorlardı. Bir tanesi, daha önce onlarca kez söylediği bir şeyi tekrar etti:
“Ne demek Yeni Budapeşte? Bana söylesene.” Diğeri ilgisiz görünüyordu, adam sorusunu kendi cevapladı “Yani eski Budapeşte diye bir şey mi var ki? Burada iki farklı şehir vardı beni anlıyor musun? Bizim bulunduğumuz yer Buda karşı taraf Peşte’ydi.”
İkinci adam yine ilgisizce “Evet.” dedi. “Sonra ne oldu?”
“Sular yükseldi … ”
“Aynen. Sular yükseldi ve burası dünyanın merkezi oldu. Sonra al sana o uyduruk Yeni Budapeşte ismi. Hem bak ne diyeceğim … ”
“Onu kastetmedim Lazslo, sular yükseldi.
Denizaltı su yüzüne çıkıyor.”
Bunun üzerine Lazslo bir tür uykudan uyanır gibi Tuna’ya baktı ve “Geldiler ha?..” dedi, sonra da ekledi; “Unutma, müşteri çocuk istiyor!..”
Denizaltı, yavaşça su yüzüne çıkarken Lazslo tekrar konuşmaya başladı. “Şuna bak Balint, su sanki bir deri gibi denizaltıyı kaplıyor, onu bırakmak istemiyor gibi, fark ettin mi?”
Balint bir tür zalimlikle cevapladı Lazslo’yu; “O sadece suyun yüzey gerilimi Lazslo!”
Lazslo elini “Hadi be sende!” der gibi şöyle bir Balint’e sallarken, denizaltı sudan oluşan derisini yırtmış ve sokağa yanaşmıştı bile. Önce denizaltının içinden sakalları uzamış birkaç adam çıktı, sonra bu adamlar denizaltından sokağa köprü olması için beş kalası yan yana dizdiler ve bağırmaya başladılar. Bu Lazslo ve Balint’in alışık olduğu bir ritüeldi; şimdi içeriden mutsuz, yıkılmış ve ürkek insanlar çıkacaktı.
Savaştan kaçabildikleri için mutlu olmaları beklenirken, bu insanlar, tüm maddi varlıklarının yanı sıra, okyanusun öbür yakasından tıkış tıkış geldikleri için, sevdiklerinin bir kısmını da yolda kaybeden insanların acısıyla ineceklerdi gemilerinden. Düşünceli olacaklardı, savaştan sağ çıkmayı başarmışlardı başarmasına ama Yeni Budapeşte’den sağ çıkacaklarının bir garantisi olmayacaktı. İlk sınavları başlıyordu bile; Lazslo ve Balint gibi on kadar adam, çevre sokaklardan çıkmış avlarını yakalamak için denizaltıdan inenleri izliyorlardı.
Normal bir sevkiyat işinde Lazslo ve Balint bu adamlardan tedirgin olurlardı. Mesela güzel bir kadın getirme siparişi olduğunda veya zengin kıyafetli birileri soyulacaksa bu adamlarla bir rekabet söz konusu olurdu. Ama bugün iş, bir çocuktu. Tercihen kız ve kesinlikle küçük bir çocuk için avans almışlardı. Bu, rekabetin daha zayıf olduğu bir siparişti.
“Balint! Bak orada, gördün mü?” “Görmedim, nerede?”
“Gece görüşün açık değil mi? Orada bak, denizaltının üzerinde ayakta duruyor. Sırtında küçük çantası, elinde oyuncak midillisi … ”
“Evet gördüm. Ailesi olmadığına emin misin?”
“Kesinlikle yok. Şunun haline bak, birazdan zorla sokağa atılacak… Bak gördün mü? Ben bu işi kesinlikle biliyorum Balint.” Lazslo bunu söylerken yalandan sırıttı.
Balint, Lazslo’nun övünmesini yok sayarak kızın yanına seğirtti ve sordu;
“Nereden geliyorsun küçüğüm?”
Çocuk cevap vermedi. Gözleri kırmızı ve teni bembeyazdı, kusmuk ve ter kokuyordu. Siyah saçları yüzüne yapışmıştı. Bu halde onu müşterilerine götüremezlerdi.
Balint, yaptığı kirli işe rağmen çocukla ilgili görünüyordu, sordu: “Ailen nerede?” Kızın yanına eğilip bu sefer eliyle başını okşadı “Hem sen kaç yaşındasın bakayım?”
Çocuk yine tepki vermedi. Sadece sanki Balint’in omzunun arkasında, uzaklarda birileri veya bir şeyler varmış gibi ayak uçlarında yükselip gözleriyle sokakları taradı.
Bu sırada Lazslo ikilinin yanına geldi ve kızın elini tutup konuşmaya başladı, “Gel bakalım ufaklık, Yeni Budapeşte tehlikeli bir yerdir. Biz seni önce güzel bir temizleyelim … Bizden korkmana gerek yok bizler E4-888’iz. Senin anlayacağın sana zarar vermeyiz. Hem belli ki açsın, yüzün bembeyaz olmuş, kız burada ilk kez söylenene tepki verdi ve yutkundu- artık karadasın, kusmak yok. Belki bu arada bize olan biteni de anlatırsın ha, ne dersin?”
Lazslo bunları söyledikten sonra çocuğun elini tutmaya devam ederek ayağa kalktı ve Balint’e göz kırparak “Hadi!” dedi.
Çocuk şaşkındı, çok kısa bir süre yürümemek için direndiyse de sonra adamların peşi sıra yavaşça yürümeye başladı. Her şey mülteci avcıları için iyi gidiyordu, ta ki bir kadın “Durun bakalım orada!” diye bağırana kadar.
Lazslo kadından etkilenmişe benzemiyordu “Lateks çizmeler ve mika bir büstiyer yerine bir plaza kızı kıyafeti ha… Sofia… Bu insanlar mülteci, hiçbiri sana para harcayamaz.”
“Paralarını istemiyorum.”
“Seni gerçekten anlamıyorum, sen de bir E4-888’sin. Senin duyguların yok Sofia.”
“Kapa çeneni Lazslo, o çocuğu nereye götürüyordunuz?”
“Elindeki bir YK-48 mi? Bu askeri bir teçhizat değil mi? Nereden buldun bunu, üstelik bu genome birliklerinin kullandığı bir model. Neler karıştırıyorsun sen?”
“Çocuğu nereye götürüyordun Lazslo?” “Git başımdan Sofia.”
“Balint!” “Efendim Sofia?”
“Lazslo’ya üçe kadar sayacağımı sonra da tetiğe iki kez bakacağımı söyle, mermi içinden ses hızının yedi katı hızla geçeceği için, daha ne olduğunu anlamadan offline olacağını da ekle, olur mu?”
Lazslo bu cümle üzerine çıldırıp, bildiği tüm el hareketlerini yapsa da Sofia etkilenmedi; “Öfke simülasyonunu bir kenara bırak Lazslo, aldığın avans sana yeter. Müşterine sadece denizaltıda çocuk olmadığını söyleyeceksin.” dedi ve çocuğa yanına gelmesi için bir işaret yaptı. Çocuk da ikiletmeden işarete uydu.
Sofia, çocukla beraber dar bir sokağa girip, yeterince uzaklaştığında bile Lazslo’nun hezeyanlarını duyabiliyordu.
“Seni bulacağım orospu, sana köpek gibi muamele edip sonra paranı da vermeyeceğim, o zaman anlayacaksın.”
Sofia bunu duyduğunda acı simülasyonuyla gülümsedi ve sadece kendi duyabileceği bir sesle ekledi “Bunun başıma hiç gelmediğini sanıyorsun galiba… ”
***
“Bu korkunç binanın üstünden akan
hologram seni rahatsız etmiyor mu?” “Tutarsız konuşuyorsun.”
“Belki, ama pencereden sürekli mavi bir ışık görmek sıkıcı olmalı, değil mi?”
“Hayır. O şelalenin benim için özel bir anlamı var. Hem geceleri içeriye loş bir ışık da veriyor. Anlarsın ya… ” Sofia misafirine göz kırptı.
“Profesyonel hayatın beni ilgilendirmiyor Sofia.”
“Sen sordun…”
“Aslında sadece sana olan sinirimi dizginlemeye çalışıyordum.”
“Bu çocuk zararsız Tepeş, sorun olmayacaktır.”
“Belki… Belki de değil. Sorun şu ki; o Lazslo denilen göte bir YK-48 gösterdin. Sırf merakından bile olsa silahı nereden bulduğunu araştıracaktır. Bu işten para kazanma olasılığı ise gözünü döndürmeye yeter.”
“Enseleneceğimizden mi korkuyorsun?” “Bunu yapma Sofia, neler yaşadığımı
bilmiyorsun.”
“Gerçekten mi? Bana hepsini anlattığını sanıyordum.”
“SANABUNUYAPMADEDİM!”
“Bağırma Tepeş! Çocuğu uyandıracaksın.”
“Bak, tek ihtiyacım Oksitosin tamam mı, ordudan atıldığımdan beri bulamadığım için bu haldeyim.”
“Yani korkuyorsun … Kızma hemen, sadece bir hormonla sorunun çözülecek. Benim için çok daha fazlası gerekiyor. Hem…”
“Hem?”
“Düşündüğünden daha cesursun. Ozz Corp.’un merkezine baskın planlamak korkaklara göre değil.”
“Sus! Sofia… Ne yapıyorsun?” “Bağırmamı ister misin?”
“Sen gülmeye devam et, ben gidiyorum.” “Nereye?”
“Sevgilimin yanına… ”
Sofia, Tepeş dairesinden çıkana kadar belli etmedi ama onun çıkışıyla yüzü tamamen düştü. Bu halde çocuğun yatağının başına oturdu ve onun saçlarını okşamaya başladı. Çocuk bakımdan sonra bir başka güzel görünüyordu. Hala konuşmamıştı ama Sofia çocuğun kendisine güvendiğini biliyordu. Kızı uyurken bir süre izledikten sonra eğilip onu yanağından öptü, sonra bir kez daha öptü, sonra bir kez daha… En sonunda çocuğun yanına kıvrıldı ve ona sarılıp offiine oldu.
***
Sabah olduğunda Sofia kızın önüne yiyecek bir şeyler koydu ve otoriter bir edayla sordu,
“Evet ufaklık, artık anlat bakalım…” Kız da anlatmaya başladı.
“Adım Victoria, yedi yaşındayım. Aspen Colorado’dan geldim.”
“Victoria mı?”
“Evet, babam batı ordusunda askermiş, ben üç yaşındayken çatışmada ölmüş, ismimi o koymuş.”
“Zafere inanıyormuş demek ki, üzgünüm.” “Onu pek hatırlamıyorum.”
“İnsan mıydı yoksa genome muydu?
Vampir, melez gibi?”
“İnsandı, annem de öyleydi ben de insanım.”
“Doğal olarak… ” “Sen robot musun?”
“Esasen ben Çekya’dan değilim hayatım ama öyle de denilebilir, yine de… Böyle deme olur mu?..” Sofia bunları söyledikten sonra offiine olmuş gibi dondu, neden sonra tekrar canlandı ve neşeli bir ifadeyle tekrar konuşmaya başladı, “Peki söyle bakalım, nereden anladın?”
Çocuk düz bir sesle cevapladı “Kafandaki kalpakta doğu ordusu arması var. Silahın da vardı. Doğu ordusu robot… Yani özür dilerim, sizin gibilerden oluşuyor değil mi?”
Sofia şuh bir kahkaha attı, “Bu sadece beni daha güzel gösteriyor, orduyla bir alakası yok. Hem yumuşacık, dokunmak ister misin?”
Kız, tereddüt edince Sofia “Korkma ısırmaz, tamamen sentetik … ” diyerek kızı cesaretlendirdi. Kız elini kalpağa koyduktan kısa bir süre sonra onu okşamaya başladı. Sofia da bu sırada kızı seyre koyuldu, bunun onun hoşuna gittiğini anlayınca kalpağını çıkardı ve masanın üstüne bıraktı. Anlatacakları vardı;
O günün ilerleyen saatlerinde Sofıa, kızın alışması gerektiğini düşünerek Vicky’yi evde bırakarak bir randevu için şehir meydanına geldi. Randevu noktası olan, havuzun başına oturup arkadaşını da gelirken görünce gülmeye başladı. Arkadaşı ne olduğunu anlamıştı.
“Merhaba Sofia, sanırım imajım seni
neşelendirdi.”
“Gözlük? Ciddi mısın sen? İnsan zannedilmek istiyorsun galiba. Steve!.. İnsan, genome ya da sentetik fark etmez, bir kadın senin sentetik bir yapay zeka olduğunu burnuyla bile anında anlayacaktır.”
Steve, Sofıa’nın yanına otururken sakince cevapladı “Benim sorunum bu değil.”
” … Yapma Steve, senin indirdiğin korsan yazılımların onda biri yok bende, veri transferini anlamıyorum. Kalabalık Erzsebet’teyiz diye bunu yapmana gerek yok. Bazen saklanmak için en ideal yer, en göz önünde olan yerdir. Sen gözlüklü bir adamsın bunu kendin de düşünebilirsin.”
“Öncelikle, sen de yarın için bir tane yazılım indireceksin. Ve dün gece Tepeş’le görüştüm. Neden böyle yapıyorsun? Bunun mantıksal bir sebebini göremiyorum.”
“İndiririm tamam. Onun dışında iki kere ikiyi beş bulduğu için banttan atılan ve gözlük takan bir yapay zekanın mantık konusundaki fikirleriyle ilgilenmiyorum.”
“Yine aynı şeyi yapıyorsun.” “Evet, açıkçası hoşuma gidiyor.”
“Her ne kadar aklımın yetmediğini düşünsen de söylemek zorundayım ki, senin hoşuna giden bir şey olması imkansız.”
“Sen düşünebiliyorsun ama … Neyse konumuz bu değil.”
“Sen başlattın.”
“Neyiz biz organik mi? Ne demek sen başlattın?”
“Tamam, boş ver konumuza dönelim.” “Pekala dönelim. Eee, şebekeye sızabildin
mi? Yarın gece John Hunyad VIII’in binada
olacağından emin misin?”
Steve gözlüğünü gözünden çıkarıp, gömleğinin ucuyla temizlerken cevap verdi.
“Evet, tüm gece binada olacak.”
“Güvenlik sistemini hackleyebileceksin değil mi?”
Steve gözlüğü tekrar gözüne taktı ve “Kesinlikle,” dedi. “Bunun için kırk iki korsan yazılım indirdim.”
Sofıa ise bu gözlüklü şova prim vermeden sordu, “Tamam yazılımları indirdin de algoritmayı kurabilecek misin?”
Steve sakindi, dudaklarını büzdü; “Biraz önce kesinlikle dedim değil mi?” diyerek bir konuyu değiştirip “Bir klon ya da bizim gibi bir yapay zeka değilsen neden organik bir çocuğa sekizinci kez John Hunyad ismini verirsin ki?” diyerek ikinci bir soru daha sordu.
Sofıa “Şimdi biraz olsun algoritmayı çözebileceğine inandım.” dedi ve cevapladı “Hiçbir fikrim yok… ”
“Ben de öyle tahmin etmiştim.” Steve bu cümlesinden sonra ayakkabılarını çıkarıp paçalarını yukarı çekerek bacaklarını dizlerine kadar suya soktu ve “Biraz sonra bir güvenlik gelecek ve ayaklarımı havuzdan çıkarmamı isteyecek.” dedi.
Sofıa ilgisizdi, “E sonra ne olacak?”
“Ben de yarın ona bir para cezası yazacağım.”
“Umarım öyle olur Steve… ” Sofıa daha bu cümleyi söylerken insan bir güvenlik görevlisi bağırmaya başlamıştı bile, “Hey robot! Organik suya sentetik karıştırma, uza buradan hadi… ”
***
O akşam Sofıa, Vicky ile son bir konuşma daha yapmak niyetindeydi. Konuya nereden başlayacağını bilemese de başladı;
“Vicky masaya, karşıma otur hayatım, seninle konuşmam gerekiyor.”
Kız itaatkar bir tavırla oturdu. Sofıa konuşmaya başladı; “Canım, ben yarın gece bu evden çıkacağım ve muhtemelen bir daha da dönemeyeceğim.”
“Beni bırakmayacağını söylemiştin!” kızın dudakları yine ve çok haklı olarak büzüldü.
“Evet, biliyorum, demek istediğim geri dönmeyi ben de istiyorum ama sanırım kalıcı olarak offiine olacağım”
“Sen de mi savaşa gideceksin?”
“Hayır, yani evet… Sadece bu bildiğin savaş değil, o savaş hiç bitmeyecek. Benimki daha çok kişisel bir savaş.”
“Ne için savaşıyorsun?”
“Bunu anlatmak zor… Tedavi olmak için diyelim. Bir organik gibi olabilmek için.”
“Seni bunun için öldüreceklerini mi düşünüyorsun? Yani doktora gideceksin ve… ”
Sofia içten bir kahkaha atarak Vicky’nin sözünü kesti “Sen sadece yedi yaşındasın değil mi? Mecazi konuşuyordum hayatım.”
“Lütfen… ” burada gözleri yaşaran kız cümlesini zor tamamladı “Beni bırakma, sensiz ne yaparım ben? Yani sadece kendim için değil sana bir şey olsun da istemiyorum. Tedavi ol. Gerekirse beni de götür o doktora, yanında ben varken sana zarar vermez.”
“John Hunyad -ki ona ulaşabileceğim zaten çok şüpheli- ya da adamları yanımda kim olursa olsun bana acımazlar.”
“O kim?”
“üz Corp.’un sahibi. Savaşın başlangıcının sorumlularından, devam etmesinin ise bence tek sorumlusu olan şirket.”
“Beni de götür. Savaşın bitmesi için onunla konuşurum.”
Sofia, Vicky’nin bu cümlesi üzerine hiçbir şey söylemeden, kıza parlayan gözlerle uzun uzun baktı. Kızı yanına alırken bir organik gibi irrasyonel davranmakla işe başlamak istemişti. Ama kızın ona verdiği şey başkaydı. Son söylediği de öyle… Bu düşüncelerine, o söylenenler, bir de fikir eklemişti şimdi.
Bu entropik dengeyle masadan kalkıp penceresinden akan holografik şelaleye sağ elini uzattı. “Gerçek değilim,” diye düşündü, “bu şelale de değil. Ama ya bu deneyim … Bu gerçek değil mi?” Sofia, bu düşünceyle eli hala şelalenin içindeyken gözlerini kapattı. Dizlerini, dirseklerini kilitledi ve arkasından ismini tekrarlayan Vicky’nin sesini dikkate almadan offiine oldu.
***
Tepeş öfkelenmişti, hatta kırmızı stretch ceketiyle öfkenin cisim bulmuş hali gibiydi; “Kesinlikle olmaz! Sen delirdin mi? On beş dakika sonra başlıyoruz ve sen bu kızı yanında getirdiğini mi söylüyorsun?
Sofia ise kendinden emindi; “Evet, öyle söylüyorum.”
Steve sakince fikrini belirtti “Aslında planı uygulayabilirsek, çocuğun bir zararı olmaz.”
Tepeş bunun üzerine kendini tutamayarak tısladı ve köpek dişlerini gösterdi, sonra da diğer iki ortağına dönerek, “Senin akıllı havalarından da senin atılgan lider edalarından da bıktım. Anlıyor musunuz beni, bıktım…”
Sofia ise sakince cevapladı Tepeş’i ne sesinde ne söylediklerinde gizli bir anlam yoktu, “Tepeş! Buradan sağ salim çıkarsak ne ala, ama olur da işimizi bitirirlerse üz Corp. Savaş yetimlerine bakan bir dizi yetimhane işletiyor. Çocuğu oraya gönderirler. Eğer onu yalnız bırakırsam kimlerin eline düşer bilmiyorum. Lütfen beni anla.”
Tepeş cevap vermedi. Sofia’nın neyi neden yaptığını saçma bulsa da aynı sebeple anlıyordu. Şu anda ise doğru davranan Sofia, onun algısının tamamen dışındaydı.
Sofia da bunun üzerine Steve’e dönüp “İstediğin yazılımı yükledim,” dedi, “veri iletişimine açığım.”
Steve kendinden beklenmeyen bir şekilde inisiyatifi ele aldı ve “Hadi başlayalım.” dedi bir lider gibi.
Başladılar …
***
Steve tarafından şifresi kırılan plaza kapısı, Sofia tarafından madden de açılınca, içeride tur atan iki güvenlik görevlisi şaşkınlıkla koşarak tüfeklerini ona çevirdiler. Bağırıyorlardı şimdi;
“Yat yere! Yat yat yat…”
Tam bu sırada lobinin tüm ışıklan kapandı.
Işıklar beş saniye sonra yeniden açıldığında, güvenlik görevlileri yerde, Sofia ise lobi görevlisinin önünde dirseklerini bankoya dayamış şekilde ayaktaydı. ..
Sofia gözleriyle adamın gözlerinde bir şeyler arıyormuş gibi o gözleri tarayarak şuh bir tavırla sırıtırken, adam paniğini yansıtan gözlerle, bir Sofia’ya bir de yerde yatan ve omurgalarının boyun kısmından nano sıvı sızan iki güvenlik görevlisine bakıyordu.
Sonunda “Ben,” diyebildi “ben insanım …” Bunu söylerken gözleri, içeri giren Steve ve Vicky’ye kaymıştı.
Sofia “Teşekkürler.” Dedi, Steve’e bakmadan, sonra da açıkladı; “Arkadaşım, kamera ve alarm sistemlerini de manipüle etmiş. O yüzden insan … Değerli hayatın için bizimle Bay Hunyad’ın katına çıkar mısın? Senin yetkilerine ihtiyacımız olabilir.”
İnsan yalan söyledi, “Oraya çıkamayız. Son on dört kata Bay Hunyad’ın özel izin verdiği personel çıkabilir.”
Sofia, görevlinin sözleri üzerine Steve’e döndü. Steve de gözlüğünü gururla düzeltti. “Gidelim insan,” dedi, “göz bebeklerin senden daha dürüst…”
Asansöre bindiklerinde Sofia, önce Steve’e sonra da Tepeş’e dönüp ona, “İnsan özel alarmı çalıştırmış, bizi karşılayacaklar, halledebilir misin?” diye sordu.
“Kaç kişi?” “Sekiz.”
“Sentetiklerlerse evet…” “Sentetikler.”
“Söylediğim gibi, sentetiklerse hallederim.”
Bu şekilde katları çıktılar. Son on dört kata geldiklerinde, insan lobi görevlisi kendisini asansör kabininin duvarına yasladı, Steve da aynısını yaptı. Sofia, kapıya arkasını dönerek Vicky’nin üzerine kapandı ve Tepeş kapıya yüzünü dönüp eğilerek bir koşucunun başlangıç noktasındaki pozisyonunu aldı.
En üst kata geldiklerinde asansörde önce bir çınlama sesi duyuldu, kapı açılmaya başladı ve kapının karşısındaki aynaya, açılan aralıktan ilk elektrikli ray silahı kurşunları çarptı.
Kapı, Tepeş’in omuz genişliği kadar açıldığında Tepeş dışarı fırladı ve böylece, belli belirsiz kırmızı bir silüet katın sahanlığında dolaşır oldu. Tepeş değdiği her kişiyi saliseler içinde yere yıkıyordu. Bazıları Tepeş’i yakalamak için birbirlerini vurdular. Çatışma, başlangıcından dokuz saniye sonra yerde yatan sekiz sentetik ile sona erdi.
Tepeş nefes nefese kalmış bir halde dinlenmek için diz çöktüğünde, sahanlığa yavaş adımlarla başka bir adam girdi. Elinde iki elle kullanılan bir Macar kılıcı ve üzerinde orta çağdan kalma bir zırh vardı.
Karşısında, hızının hiçbir işe yaramayacağı bir başka türdaşını gördüğünde Tepeş’in vücuduna önce bir panik dalgası yayıldı. Ama sonra… İçinde bir güç hissetti. Dikeldi, kükredi ve dişlerini göstererek tısladı. Tam hasmına saldırıyordu ki zırhlı adamın kafasından bir et ve kan yumağı çıktı. Adam yere yıkılırken, Sofia’nın elindeki YK-48’in namlusunda hala elektrik akımları dolaşıyordu.
John Hunyad VIII’in taht odası tam karşılarındaydı ama bir şey grubu durduruyor, içeri girmelerini engelliyordu. Sonunda küçük Vicky kapıya yöneldi, onu açtı, içeri girdi ve karşısındaki ahşap masada oturan yetmiş yaşlarındaki adama, “Sen doktor musun?” diye soruverdi.
Adam eğlenmiş görünüyordu. “İçeri gelin!” diye seslendi grubun geri kalan üyelerine. Onlar içeri girince de “Ne istiyorsunuz?” diye sordu “Ve çabuk olun, bu gece burada zevkten sabahlamıyorum, işlerim var. Bir de sizin verdiğiniz zararla uğraşacağım … ” diye de ekledi.
Karşısındakilerden ses çıkmayınca Steve’e dönüp “Sen bir F3-552’sin, neden gözlük takıyorsun? Sen başla, ne istediğini merak ettim.” diye sordu bu sefer.
“İki kere ikiyi yanlış hesapladım ve üretim bandından atıldım, tamamen şans eseri hayatta kaldım. Tamir edilmek istiyorum.”
“Anladım. Peki ya sen vampir?”
Tepeş hala adrenalinin etkisindeydi “Oksitosin istihkakım kesildi, tekrar listeye girmek istiyorum ve gireceğim.”
“Tamam. Sen E4-888, sen ne istiyorsun?” “Duygu istiyorum, gerçek duygu…”
“Bu küçük kız kim?”
“Benim kızım.”
“Demek öyle, onun bir isteği var mı peki?”
Vicky bu sorunun soruluş şeklinden hoşlanmadığını belli eder şekilde bağırdı, “Ben kendi adıma konuşabilirim. Babam ve annem savaşta öldü, bu savaşı senin sürdürdüğünü duydum, savaşı bitirmeni istiyorum.”
Adam bunun üzerine masasından kalktı, grupla masasının arasına girerek kollarını kavuşturdu ve bu sefer masanın üzerine oturarak konuşmaya başladı.
“Yani bana şunu mu söylemek istiyorsunuz? Evlatlık bir çocuk edinip bir de onu karşıma çıkartan birisi hissedebilmek, gezegenin belki de en güçlü firewall sistemini delen bir yapay zeka benden zeka ve elit bir güvenlik birimini saniyeler içinde yok eden bir vampir benden cesaret istiyor öyle mi?”
Bu karmaşık soruya cevap veren yine Vicky oldu,”Ben de savaşı bitirmeni istiyorum.”
“Ah! Bir de o var evet…”
Adam tüm grubu süzdükten sonra “Evet cevabınızı aldınız sanıyorum,” dedi, “şimdi hepinizi öldürtmeden hiçbir şey olmamış gibi buradan gitmeniz için size üç dakika veriyorum. Tabii bu süre içinde zaten sahip olduğunuz şeyleri vermedim diye beni de öldürebilirsiniz. Sizden tek ricam kararınızı hızlı vermeniz. Beklemekten hoşlanmam.”
Bu sefer Sofia konuştu, “Savaş ne olacak?”
Adam gözlerini devirdi ve ellerini iki yana açtı, “Sen de yedi yaşında değilsin, değil mi? Devam edecek… Taraflar savaşı sürdürdüğü sürece gerekli her şeyi de onlara tedarik edeceğiz. Barış onların elinde, benim değil.”
Grup, bu sözlerin üzerine birbirlerine attıkları bir dizi bakış sonrasında tam odadan ayrılıyordu ki, Steve dönüp sordu:
“Size bir güvenlik görevlisinin sicil numarasını versem onu cezalandırır mısınız?..”