En Çok Okunanlar

Benzer Başlıklar

Ay Hırsızı

Gecesini aydınlatacak en ufak ışığa ile o kadar muhtaçtı ki gözlerinin tam seçemediği bir kızıllığı görünce, olanca gücüyle koşmaya başladı. Gündüz yağan yağmurla sertliğini kaybeden toprağa bata çıka, hararetli bir şekilde ilerliyordu. Sanki zemin, gece ile iş birliği yapmış; ışığa ulaşmasını engel olmak istiyordu.

Yaklaştıkça bu kızıllığın bir kamp ateşi olduğunu, etrafında da karşılıklı oturmuş iki kişi olduğunu fark etti. Birkaç adım ilerilerinde iki at dikiliyor, tembelce otlanıyordu. Atların hemen dibinde öteberileri yığılmıştı. Yaklaştıkça adımları ağırlaştı, kampçıları ürkütmek istemiyordu. Gözleri detayları seçebilecek kadar yakına geldiğinde ise, kınlarında uyuyan iki kılıç gördü ve bir anlığına durakladı.

Karanlık birkaç gecedir iliklerine öyle nüfuz etmişti ki ölümü bile göze alır haldeydi. Bu yüzden temkinli adımlarla ilerlemeye devam etti. Aradaki mesafe iyiden iyiye kapanınca kampçılarda onun varlığını fark etti ve aniden ayaklandılar.

“Dur orada! Kimsin?” diye bağırdı, kampçılardan diğerine göre daha uzun ve solda duranı.

Ürkek bir sesle yanıtladı. “B-ben bir seyyahım. S-Silahsızım.”

Bu kez kısa olanı ve haliyle sağda duranı konuştu. “Ne işin var gece vakti burada? Var git yoluna, biz misafir istemiyoruz!”

Ne yapıp edip ateş başında kendine bir yer edinmeli, ruhuna düşen gölgeyi sabaha kadar uzak tutmalıydı. Birkaç ufak adım daha attı kampçılara doğru. Ateşin ışığı yüzüne vuruyordu, kampçılar artık muhataplarını görebiliyordu.

“Lütfen, bu gece çok karanlık. Yıldızlar bile düşmüş asılı oldukları gökten. Kuzey Yıldızı her gece olduğu gibi parlamıyor.Ne kamp yapacak eşyalarım ne de bir yerde konaklayabilecek param var. Dileğim yalnızca, sabah olana değin ateşinizin ışığını paylaşmak.”

Kampçılar birbirine baktı. Uzun boylu olan “Ne diyorsun bu işe?” manasında hafif bir baş hareketi yaptı. Kısa boylu olansa, onama manasına gelebilecek şekilde başını öne doğru eğdi. Ardından uzun boylu olan, kısa boylunun yanından geçip kılıcını eline aldı. Diğer eliyle kılıcın ahşap kabzasını kavramış fakat kınından çıkarmamıştı. Amacının davetsiz misafirine bir gözdağı vermek olduğu belliydi. Kısa boylu olansa, diğerine göre daha uysal ve daha makul biri gibi görünüyordu. O yüzden seyyah, konuşurken ona doğru yöneldi.

“Ben, Kisetuz Vassalı’nın yeğenıyım. Buraya oradan geliyorum, eğitimli ve şiddet yanlısı olmayan biriyim. Niyetim yalnızca yoluma devam etmek ne sizlere yük olmak ne de sizleri yolunuzdan alıkoymak gibi bir gayem var. Yalnızca bu geceyi atlatmaktır niyetim.”

Uzun boylu olan herhangi bir yüz ifadesi göstermiyor heykel gibi dikiliyordu. Kısa olanında güvensizliği biraz olsun kırılmış, merak duygusu öne çıkmaya başlamıştı. Uzun boylu olan konuştu. “Neden terk ettin evini? Planlı bir yolculuğa çıkmış gibi değilsin. Belki de bir kaçaksın?”

Kısa boylu olan yanıt bekleyen gözlerle seyyaha baktı. Sessiz kalmaması gerektiğine kanaat getiren seyyah konuştu. “Evet, ben bir kaçağım. Bu yüzden yolculuğuma durmadan devam edecek, sizlere yalnızca bu gece misafir olacağım.”

Uzun boylu bu yabancıyı başından def etmek için aradığı bahaneyi bulmuş gibi davrandı. Artık daha tehditkar bir ses tonuyla konuşuyordu. “Neden kaçıyorsun? Bir günahı olanlar kaçar yalnızca. Bizim ne senin bilinmez günahlarının bir sonraki kurbanı olmak ne de ardından gelen adaletin kurbanı olmak gibi bir isteğimiz olamaz. Bir kez daha uyarılıyorsun seyyah, var git yoluna.”

“L-lütfen, öyle değil! Ben suçlu değil, kurbanım!”

“Anlat ki bilelim, gerekli kararı biz verelim.” dedi kısa boylu olan kampçı. Onun bu talebine karşı, uzun boylu olan öfkesini gizlemeyen bir bakış attı. O bir an önce bu yabancıyı göndermek isterken yoldaşı bilakis onunla sohbet etmek istiyordu.

“Ben,” diye başladı arzuladığı ışığa doğru küçük bir adım daha atan seyyah, “Vassal’ın kardeşinin oğluyum. Babam onun kurduğu bir entrikaya kurban gitti. Bir gündüz vakti çıktıkları sürek avından, merhum babam olmadan döndüler. Av peşindeyken tecrübesiz bir askerin yayından fırlayan okun sebep olduğu talihsiz bir ölüm dediler. Lakin durum böyle değildi, bu planlanmış bir cinayetti!”

“Peki, ama neden?” diye sordu kısa boylu kampçı, bu sırada uzun boylu olansa omuzlarını biraz olsun düşürmüş; tehditkar duruşunu biraz olsun yumuşatmıştı. Hikayesinin kampçıların ilgisini çektiğini fark eden seyyah devam etti.

“Çünkü babam ağabeysine karşı muhalifti. Vassal’ın halkına ağır vergilerle zulmettiği kanaatindeydi ve çobanların, çiftçilerin taleplerine karşılık verilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu yüzden otoritesine karşı tehdit olarak gördü ve öz kardeşini öldürttü! Ve şimdi bana da aynı şeyi yapmak istiyor, çünkü ben de babamla aynı kanaatleri paylaşmaktayım.”

 

“Demek sen de Vassal’a karşı, halkı destekliyorsun.” dedi uzun boylu olan, belli ki yabancının hikayesi ilgisini çekmişti, kılıcın kabzasını kavrayan eli çözülmüş, gözleri meraklı bir hal almıştı. Bunu fırsat bilen seyyah, sesini biraz daha kuvvetlendirerek hikayesine devam etti.

“Evet öyle! Haktan yana olduğum için canım tehlikeye girdi. Her ne kadar ölümün çürük tenine dokunmaktan korku duymadığımı söylesem de itiraf etmeliyim, yaşamın tatlı nefesini hissetmeyi yeğledim. İşte budur hikayem, böylelikle terk ettim yaşadığım toprakları ve düştüm yollara.Ne olur bana ışığınızın yanında bir yer verin. Ne yemek ne de yatak isterim sizden, yalnızca bir kara gece daha geçirmemektir dileğim!”

İki kampçı gezgin, Vassal’ın bu topraklarda olan hükmünü ve zulmünü bilmekteydiler. Detaylara hakim olmasalar da bölgedeki gerilimi duymuşlardı. O yüzden yabancının hikayesine direkt inanmasalar da ret de etmediler. Kampçıların içerisindeki heyecan arayışı ve merak duygusu, oldukça sakin geçen bir gecede ansızın körüklenmişti. Tekrar birbirlerine baktılar ve küçük birer baş hareketiyle birbirlerini onayladılar. Temkinli bir şekilde eski yerlerine doğru geçip seyyaha yer açtılar, ardından uzun boylu konuştu.

“Pekala yolcu, gel. Sen de nasiplen kara geceye kafa tutan ateşimizin yanına fakat unutma! En ufak yanlış hareketin, buluşturacaktır boynunu kara çelik kılıcımla!”

Yolcu o kadar mesut olmuştu ki tekrar tekrar teşekkür ederek geçti ateşin yanına. Bir gözü bu muhteşem kaynağa bakarken, diğer gözü uzun boylu kampçının elinde tuttuğu kılıca dikilmişti. Ateşin sıcaklığı kemiklerine kadar inmiş, gökteki eksikliği telafi eden kızıllığın huzuru, yüreğine girmişti. Bu nedenle rahatlayan zihni, kampçılardan gelecek tehlikeleri umursamaz hale gelmişti.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu kısa boylu kampçı.

“Hiçbir fikrim yok.” dedi seyyah, “Yol beni nereye götürürse. Yolun bitmemesine bile razı gelirim, canımı acımasız bir tiranın ellerine teslim etmektense. Ancak geceler… geceler bu kadar karanlık olmasaydı keşke. O zaman her şey daha kolay olurdu, görüyorsunuz ya; ben çok da cesur bir ruh değilim efendiler.”

Uzun boylu kampçı derin bir nefes aldı ve tükürür gibi konuştu. “Lanet olsun sana Alpgars!” Hemen ardındansa kısa boylu olan atıldı. “Lanet olası Ay Hırsızı!”

Düşündüğü şeyi söylememesi gerektiğini biliyordu fakat hem babasının çocukluğundan beri ruhuna işlediği doğru bildiğini haykırma hissi hem de eğer kampçılarla sohbet ederse güvenlerini kazanabileceği düşüncesi, onu konuşmaya itti. “Bu masallara inanıyor musunuz gerçekten? Yani tüm bu kara gecelerin sebebi bir haydudun Ay’ı çalması mı?”

Kampçılar bu sözlere alınmıştı, direkt bir çıkış yapmasalar da memnuniyetsizlikleri yüzlerine yansıdı. Uzun boylu istifini bozmadan kalabildi fakat kısa boylu daha tez canlıydı, konuşmaya başladı. “Bana kulak ver talihsiz dostum, bu hikayeyi bilen herkes onun gerçek olduğunu da bilir. Ataların irfanını hafife alma sakın.”

Sesi sakindi fakat tehditkar bir üslubu olduğu aşikardı. Onun zıddına gitmeden konuşması gerektiğini biliyordu. Göz ucuyla uzun boyluyu kontrol etti, tehlikeli bir hareketi yok gibiydi, kısa boylu ile konuşmaya devam etti.

Tabii ki yalan demiyorum dostum, bu alimlerin hikayesidir fakat aklım almıyor bir adamınAy’ı nasıl çalabildiğini.

Bir çocukken ben de anlayamazdım bunu, tahayyül edemezdim böyle bir şeyi fakat artık, gerçeği biliyorum.

Peki ya ne değişti?

Hayatı gördüm. Görüyorsun ya, biz kamp ateşlerinden başka bir şeyleri olmayan gezginleriz. Öyle şeylere tanık olduk ki her şeyin gerçekleşebileceğine olan itimadımız tamdır.

Beni affedin, sizler kadar yaşam deneyimine sahip değilim. Doğduğumdan beri topraklarımı ilk defa terk ettim. Ay’ın gökten öylece çalınmasını nasıl idrak edebilirim, anlatın bana.

Bu sözler üzerine o vakte kadar sükunetini koruyan uzun boylu kampçı, lafa girdi ve oldukça uzun bir konuşmaya başlayacağını belli edecek şekilde, sırtını dikleştirip boğazını temizledi.

O zaman aç kulaklarını ve iyi dinle seyyah, belki küstah tavrından vazgeçersin. Öncelikle Alpgars, alelade bir haydut değildi. O, Koca N ehir’in ötesindeki krallığın en azılı düşmanıydı. Kel Dağı kendine mesken bellemiş, Kral’ın zulmüne başkaldıran bir isyancıydı. Kral’ın, halkına yaptıklarına karşı, hakkı savunan taraftaydı. Vurulduğu zincirlerden başka hiçbir varlığı olmayan halk, bu kurtarıcıyı delicesine destekliyordu. Lakin bir durum vardı ki, Alpgars’ın bu savaşı kazanmasına engel oluyordu. O, Kral’ın kızına aşıktı. Prenses’ten başkasını gözü görmüyordu ve ona zarar gelir düşüncesi, onu sıcak savaşlardan alıkoyuyordu. Prenses’in öyle destansı bir güzelliği vardı ki; yanından geçtiği aynalar, gözleri kör edercesine parlardı. Bu durum yüzünden hastalanacak hale gelen haydudun dağına, meczup kılıklı biri geldi bir gün. İşin aslı, bu adam bir büyücüydü ve Alpgars’a bu işi çözebilecek bir büyüye sahip olduğunu söylemeye gelmişti. Haydut buna çok sevindi ve hemen öğrenmek istedi. Büyücü; ona Prenses’i Ay’ın içerisine hapsedebileceğini, böylelikle savaş esnasında ona bir zarar gelmeyeceğini, her şey bittikten sonra ise onu geri getirebileceğini söyledi. Haydut, yiğit fakat toy bir delikanlı olduğu için büyücülerle iş tutmaması gerektiğini bilemedi. Büyücüyle anlaşıp savaş bitene kadar Prenses’i Ay’a hapsetti.Ardından savaş başladı, öyle kan döküldü ki o savaşta; Koca Nehir’in suları kızıla boyandı, o sudan beslenen ağaların yaprakları bile kızıla çaldı. Nihayetinde ise Alpgars ve halk kazandı, tüm kayıplara rağmen zaferi kutlamadan edemediler. Zafe r sarhoşluğuyla geçen geceden sonra, sabah ilk iş büyücüyü arayan haydut onu hiçbir yerde bulamadı. Büyücünün saraydan pek çok hazineyi alıp kayıplara karıştığını gören Alpgars, anladı ki büyücü yalnız kendi çıkarı için ona fena bir oyun etti.

Anlatının büyüsüne kapılan seyyah araya girmeden edemedi. Uzun boylu kampçının nefes arasına bile tahammülü kalmamıştı. “Peki ya sonra ne oldu?”

Hikayesinin yarattığı etkiyi gorup memnun olan uzun boylu, belli belirsiz bir tebessümle devam etti.

Sebat et, anlatıyorum. Dağların haydudu, fethettiği krallığı bırakıp kendini yollara vurdu. Prenses’i kurtarmanın bir yolunu aradı durdu. Nihayet aylar, hatta belki de yıllar sonra namlı bir büyücü buldu. Ayaklarına kapanıp derdini anlattı, medet umdu. Büyücü onun kendi ahmaklığının cezasını çektiğini söyleyip huzurundan gönderdi. Fakat Alpgars’ın kaybedecek neyi vardı ki? Tam kırk gün kırk gece kapısında yattı ve sonunda büyücüyü ikna etti. Büyücü ona çözüm yolunu anlattı, yedi dağın yedisinin zirvesinde göğü seyir etmesini, ardından en yücesinin tepesinde yıldızlara el etmesini söyledi. Nihayet bir yıldızdan cevap alır ise de ondan sonra yolunu kendi bulacaktı. Alpgars şükranlarını sundu ve hızlıca yollara düştü. Yedi dağın yedisini de gezdi, ardından en yücesini mesken edindi. Güneş gittiğinde göğe avuç açıp yıldızlara seslendi. “El verin dermanım olun, yolum yolunuzdur Ay’la aramı bulun.” Hiçbir karşılık alamadı fakat yolundan dönmedi. Tam kırk gece bu duasını tekrar etti. Nihayetinde kırk birinci gece, diğerlerinden daha ufak ve daha sönük bir yıldız yanıt verdi. “Yolun yolumdur yabancı, niyetin saf görürüm fakat kaderin acı.” Ardından dağların haydudu göklerin gezgini oldu, yıldızdan el aldı ve onların evreninden oldu. Orası öyle bir yerdi ki ne aydınlıktı ne de karanlık ne gökyüzüydü ne de yeryüzü ne ürkütücüydü ne de huzurlu … yalnızca yıldızlar vardı ve bir deAy.

O da nasıl bir yer öyle? Nasıl geri

dönecek peki? dedi heyecanlı seyyah

Sükut ile dinle yabancı, bir kez daha ihtar edersem hikayenin sonunu öğrenemezsin. Her neyse, devam ediyorum. Alpgars, Prenses’in Ay’ın içinde olduğunu bildiğinden hemen hücum etmeye kalktı lakin yıldızlar, bir süvari birliği gibi dikildi karşısına. Onun öylece Ay’ı almasına izin vermezlerdi. Gecelerin efendisini korumak için tüm yıldızlar kol kola girdiler, onunla yalnızca konuşmasına izin vereceklerini söylediler. Alpgars, büyük bir düş kırıklığına uğradı, o yalnızca konuşmak değil; Prenses’iyle bir ömür yaşamak istiyordu. Hiçbir umudunun kalmadığını düşündüğü o an -tüm bir yıldız ordusunu yenmesi mümkün değildi- müthiş bir ışık patladı. Öyle ki yıldızlar bile bakmaktan kendini alıkoyamadı. Bu ışık patlamasının müsebbibinin, onu göğe çıkaran küçük yıldız olduğunu anlayan Alpgars, bunu fırsat bilip atıldı. Ömrünü eşkıyalığa adamış bu haydut öylesine ustaydı ki yıldızlar gözlerini açtığında, onu karşılarında göremediler. Hemen arkalarına dönüp Ay’a baktılar, işte o zaman kıyamet kopardılar. Ay yoktu. Alpgars, Ay’ı çalıp kayıplara karışmıştı çoktan. Yıldızlar buna çok öfkelendi ve acısını küçük yıldızdan çıkardılar. Ona öyle bir ceza verdiler ki ömrü boyu zulüm çekecekti, artıkAy’ın yokluğunda geceyi o aydınlatacaktı. Ne kadar yorulursa yorulsun, takati ne kadar tükenirse tükensin parlamaya devam edecekti. Heyhat! İşte böyledir Ay Hırsızı’nın hikayesi ve yoldaşı Kuzey Yıldızı’nın ki!

Böylesi bir hikaye olduğunu bilmiyordum. Peki, ne oldu onlara, yani hırsıza ve Ay’a?

Hiç kimse bilmiyor. Onları bir daha ne gören ne de duyan oldu. Artık yalnızca kapkara geceler ve zavallı bir Kuzey Yıldızı var ..

Seyyah bu hikayeden oldukça etkilendi ve bir kez daha lanet etti Algars’a, onun haydutluğu yüzünden yüzleştiği her gece karanlığına. Ardından gözlerini Kuzey Y ıldızı’na dikti, acıdı yalnızca iyilik yapmayan bu günah keçisine; hatta bir miktar Algars’a bile acıdı, nihayetinde o da her şeyi aşkı için yapmıştı. “Keşke” dedi, “keşke o zavallı yıldızın yerine parlayabilsem. Hiç değilse bu gelseydi ellerimden, bir anlık dahi olsa çekip alabilseydim onu bu sonsuz işkenceden.”

Ardından hiçbirinin fark etmediği bir şey oldu, Kuzey Yıldızı bir anlığına söndü ve tekrar parladı. Sanki seyyahı anlamıştı ve ona teşekkür ediyordu.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz