Gözünüz sıçrayış görsün! Kız öyle bir korkmuştu ki peşine avcı düşmüş karakulak tavşanının sıçrayışları hafif kalırdı.
“Siz de kimsiniz?” dedi oturma odasının kapısından kafasını uzatarak. “Evimde ne arıyorsunuz?”
Yırtık dizini, yırtık çorabından fırlamış ayak başparmağı ile kaşıyan adam “Hayır çikolatam” dedi. “Doğrusu: Nasıl yardımcı olabilirim?” olacaktı.” Yer yer ters dönmüş olan sakallarının ve onların da üzerlerine konmuş yiyecek artıklarının ardından ürpertici görünüyordu.
“Na … Nasıl yardımcı olabilirim?” Ödü patlamış, dili dolaşmış ve kekelemeye başlamıştı.
“Benim geldiğim yerde, ‘Açık kapı bulursan gir, açık baca bulursan düş’ diye bir söz vardır. Tanrı misafirini kapıdan kovmak olur mu?”
Gözleri dolan kız, “Annem çıkarken açık unutmuş olmalı” dedi. “Lütfen geldiğiniz gibi gider misiniz?”
“Tabii ki çıkacağım, sana sadece tek bir soru sormama izin verir misin?”
Kız duraksadı. Halen korkudan titriyordu. Köyün altından geçen Tatsu Irmağı’nın karşısına yayılan karanlık örtüyle, Karahanla da ilgisi vardı bu korkunun. Irmağın ötesinde bulunan türlü dehşet, O yoğun karanlığın, Tatsu’nun suyuyla temas edememesi nedeniyle buralara ulaşamıyordu. Yine de Tokha köyünün yaşlıları tarafından, geceleri suyun karşısına atlayıp gelen ve çocukları kaçıran türlü zebaninin hikayesi anlatılıyordu. İster gerçek ister yalan olsun bu hikayeler sayesinde köyün çocukları geceleri dışarıya çıkmaktan delicesine korkuyordu.
Annesi nasıl olurdu da kapıyı kilitlemeden evden çıkardı? Kız yutkundu. “Lütfen” dedi. “Gidin buradan!”
Adam tam ağzını açmıştı ki arkasındaki kapı, annesinin sesi eşliğinde açıldı. “İlginç, kapıyı kilitlediğimden emindim oysa … Heeey!” Kadın elindeki hasır poşeti yere düşürürken kalakalmıştı. “Sen de kimsin?”
“Annee! Annecim, eve izinsiz girdi!”
Kadın eşarbını arkaya doğru atarak saçlarını iyice kapattı. Avazı çıktığı kadar bağırarak “Çık dışarı seni şeytan! Hangi karanlığın eseriysen, defol evimden!” dedi.
Adam, kapıdan giren kadına dönmüş “Sadece bir soru soracaktım!” diye karşılık vermişti. “Yoksa kuşların buralarda uçmadığını ben de çok iyi biliyorum!”
Adamın üstünü başını, saçını sakalını, daha da ziyade o ürpertici bakışlarını inceleyen kadın “Sen … ” dedi ürpererek. “Sen bir Gebru keşiş isin!”
“Kim demiş Gebru’nun yolu Sefru’ya, onun karanlık vadisine uzanmaz diye? Bal gibi de uzanıyormuş işte!”
“Deli Keşiş!” dedi kadın. Adrina’yı başıboş gezip, gittikleri yerlere felaketler taşıyan bir gruptu Gebru. Kadın eline geçen ilk şeyi, bir ayakkabıyı kaptı ve “Çık dışarı!” dedi. “Deliliğini de felaketlerini de al ve git buradan!”
Keşişin diyecek başka bir şeyi yoktu. Bu yüzden yine “Sadece bir soru soracaktım!” dedi ve kafasına terliği yedi. Dudaklarını pürftleterek kapıdan fırladı, evden kaçarken havada uçan ve kafasına inen daha pek çok eşya olmuştu.
“İnanabiliyor musun?” dedi Hatibe. “Kapı kilitliydi. Kilitlediğime yemin edebilirim! Yine de elini kolunu sallayarak içeriye girmiş!”
“Karahan’ın işi!” dedi komşusu Orkine. İkisi de konuşurken etraflarına bakınıp duruyor, korkudan iki büklüm oluyordular.
Köyün ötesinde uzanan karanlık vadide bulunan şeytanlıkların Tatsu Irmağı’nı geçemediğini bilseler de yine de korkmadan edemiyordular. Korkularını hatırlamak için aralıklarla ırmağa yaklaşmak ve karşı kıyıya göz atmak yeterliydi.
Hatibe, oturmakta oldukları kapı eşiğinde başını çevirerek içeriye doğru baktı. Kızının huzurlu bir şekilde uyuyor olduğundan emin olunca devam etti. “Bu seferki şeytanlık başka taraftan geldi çattı. İnanabiliyor musun buna? Bir Gebru keşişi … Daha önceden Tokha’ya geldiklerine hiç tanık olmamıştım! Ta kuzeyden kalkıp gelmiş!”
“Delilik Kayalıklarından.”
İçeriden gelen çığlık ile yerlerinden fırladılar. Hatibe koşarak içeriye girdiğinde boynuna kadar çektiği battaniyesi ardında ağlamakta olan kızını görmüştü. “Sakin ol kızım, sakin ol Sahine’m!” Kızı teskin etmeye çalışarak yanına oturdu, bir kolunu ona sararak “Sadece bir kabustu, hepsi bu,” dedi.
“Septur adına!” Bu sefer de kapı eşiğinde durmakta olan Orkine bir çığlık basmıştı. Ellerini ağzına kapatmış, odanın kenarına bakıyordu. Kızının bakışlarının da odaklanmış olduğu yere bakan Hatibe “Sen!” dedi.
Duvar dibine sinmiş duran Deli Keşiş “Sadece bir soru soracaktım!” diyerek karşılık verdi. “Sonra gideceğim, söz veriyorum!”
Hatibe yatağın kenarındaki komodine uzandı ve orada durmakta olan bir su bardağını alarak fırlattı. “İzin vermiyorum!” diye çığlık attı. “Yetişin! İmdaaat!”
Keşiş, Orkine’nin üzerine doğru koşunca kadın bir çığlık daha kopartmış ve odanın içine, kapının ardına doğru kaçarak ona yol vermişti.
Kızını arkasında, güvenli yatağında bırakarak Deli Keşiş ‘in peşine takılan, ona dünyayı dar etmeye niyetli olan Hatibe önce koridora, oradan da sokağa fırlamıştı.
Daha kapıdan dışarıya çıktığı anda kalakaldı. Çünkü karşısında şaşkın köy halkı dikiliyor, ona ne olduğunu, neden bağırdığını, delirip delirmediğini soruyordular. Gel gelelim Deli Keşiş’ten hiç iz yoktu! Sanki yer yarılmış, o da içine girmişti.
O gün Orkine onun yanında olmasaydı muhtemelen tüm köy halkı onun delirdiğini düşünecekti.
Köyde seferberlik ilan edilmişti. Karanlık Vadi’den öteye sızan Tatsu Irmağı’nı geçebilen pek olmazdı ama yine de her şüpheli durumda köy halkı ayaklanırdı. Kazmalar, kürekler, tırpanlar … Ellerine ne geçtiyse köyü dönenmeye başlamıştılar.
Gel gelelim Deli Keşiş sanki yer yarılmış da içine girmişti. Karanlıktan gelen bir şey olmasa gerekti çünkü sınırda yaşayan bu köyün halkı onu nerede görseler tanırdılar. Gebru keşişlerinin deli miraslarının hikayesi çoktan dört diyara yayılmıştı. Karahan’ın aksine onları avlamak neredeyse imkansızdı.
Hatibe, uykusuz geçen gecelerin arasında komşulardan, köylülerden destek almış; evini, kızını bu illetten korumak için canını dişine takmıştı.
En son Deli Keşiş ile karşılaştıkları günün üzerinden tam on gün geçmişti. Artık illetin uzaklaştığını düşünmek için makul bir süreydi. Yine de tedbiri elden bırakmamış, kızını başına diktiği Orkine’ye emanet ederek köyün cadalozu olan Horale’nin yolunu tutmuştu. Kızının kabusları giderek artmasa, Deli Keşiş’in hatıraları sonucu uykusuz geçen geceler bu kadar coşmasa yine de kızını bırakmazdı.
Gücünü bitkilerden aldığı bilinen, köyün cadalozu olan yaşlı keçinin, Horale’nin tütsü ve türlü bitki ile kaplı evinden, elinde bir kese Karanlık Perisi tozu ile çıktığında hava kararmaya başlamıştı. Neredeyse eve koşarak gidecekti çünkü yüreğini derin bir endişe, yoğun bir keder kaplamıştı.
Son dönemece kadar yürüdü, daha fazla dayanamayarak koşmaya başladı ve o anda kalakaldı. Deli Keşiş önünde, evine giden tek yolu keserek dikilmekteydi.
“Sen!” dedi ona öfkeyle bakan Hatibe.
“Anlamıyorsun!” dedi Deli Keşiş. “Çok geç olacak, kızın… Ona sadece tek bir soru sormalıyım!”
Kadın tam saldıracak, ezip geçecekti ki Keşiş’in gözlerine kilitlenip kaldı. Orada … Endişe mi vardı? O gözlerden akan çılgınlığı da görebiliyordu ama daha derinlerde dikilen o kırılmaz pencere, sanki dağ olan endişelerden kırılmış, dışarıya taşmıştı. “Ne?” dedi.
“Kızına … ” dedi Deli Keşiş. “Ona sadece bir soru sormalıyım! Söz veriyorum, sonra başımı alıp gideceğim!”
Kadın yutkundu.
Keşiş başka bir şeyler demek istiyormuş gibi ağzını açtı ama sanki engelleniyormuşçasına geriye kapattı. Sonra gözlerindeki kırık camın ardından bakarak zorlandı. “Çok. .. ” dedi Deli Keşiş. “Çok geç olmadan … ” Tırnakları ile kendi suratını kaşımaya, kaşıdıkça yüzünü gözünü parçalamaya başlamıştı. “Sadece bir soru … Sorup gideceğim. Söz!”
Hatibe inandı. Yüreğinden yükselen bir korku ile koştu, korkuyla geriye kaçan Keşiş’in halen yüzünü parçalamakta olan elini yakaladı ve “Benimle gel!” dedi. Onu çekerek evine doğru götürmeye başladı.
Keşiş fazladan sarf ettiği sözlerinin cezası gibi kendisini parçalamaya çalışıyor, boştaki eliyle suratında kanlı, derin yarıklar açıyordu. Hem koşuyor hem kanırtıyordu. Elinden gelse diğer elini kadından kurtaracak, onunla da elini yüzünü paralayacaktı.
Kapıyı çarparak açan Hatibe donup kaldı. İçeriden yayılan karanlığı hissediyordu. Kapıdan taşıyor, koridorda… Tavana asılmış Orkine’nin cansız bedenine bir giriyor bir çıkıyor, oradan sokak kapısına doğru uzanıyordu.
“Karahan!” Bir çığlık patlattı.
Deli Keşiş durakladı, ama kendini paralamayı bırakmadı. “Soğuk rüzgarlar … ” dedi. Bugünlerde kuzey denizinin hakimi onlardır.”
Dudaklarından tükürükler saçarak pürftletti. “O fırtınalara karışmak isterdim, seni de yanımda alıp
götürmek, adına sarımsaklar ekmek isterdim!”
Kadın ona baktığında adam çoktan ilerlemeye başlamıştı. Daha karanlığa adım attığı anda bacaklarına sarılan dokunaç şeklindeki gölgeler her adımında yükseliyor, adamı sarıp sıkmaya devam ediyordu.
Yine de duvara asılı olan cansız bedeniyle bile türlü acılar çekmiş gibi görünen Orkine’de olduğu gibi değildi. Deliliğinin bir çekimi var gibiydi. Yerden halı gibi kalkıyor, çarşaf gibi adamı sarıyor ve sürekli ona doğru çekilerek onunla kalıyordu. Asla, ama asla adamdan ayrılmıyordu!
Adam çekerek, sıyırarak gölgelerin bedenini kaplamasına izin vermiş, karanlığı alarak odaya doğru ilerlemişti. Hatibe peşinde yürüyor, endişeyle takip ediyordu.
Odanın kapısında kalakaldı. İçeride kızını arayan gözler, onun yerine odanın ortasında duran karanlıktan bir ağaç görmüştü. Gövde ve dalların birleşiminde ağlayan yüz ise … Biricik kızına aitti. “Karanlık Tohumu!” dedi. “Ne zaman kızımın içine yerleşti?”
“Hiç çıkmadı ki!” dedi Deli Keşiş. Sesi boğulup kesilmişti. Kendi ağzına soktuğu üç parmağı ile onu yırtmaya çalışıyor gibiydi. Zorlanarak parmaklarını ağzından çıkarttı. “Karanlığa bu kadar yakın yaşayıp ondan bir parça taşımamak. .. Pür.fi … Ah benim amacım, sonunda seni buldum!”
İlerledikçe ağaçtan uzanan karanlık Keşiş’e dolanmış, onu da bir başka karanlık ağacına çevirmişti. Belki de bunun tek iyi yanı, kaldıramadığı kolları nedeniyle kendi ağzını ikiye ayırmaya çalışamıyor oluşuydu.
Onay ararcasına yüreği yaralı anaya baktı. Hatibe önce “Ne?” dedi ama o bakışlar içinde verilecek onaya duyulan o ihtiyacı görmüştü. Ya onay verilecekti ya da kızı karanlık tohumunu tamamen kuşanacaktı. Acılar içindeki biricik kızının aracılığıyla Tatsu’nun bu tarafına geçmeyi başaran Karahan’ı Adrina’nın geriye kalanına da yayacaktı.
Yutkundu. Deli Keşiş, acılı annenin başıyla onayladığını görünce güçlendi, yüceldi.
İki ağaç bakıştılar. Ardından Deli Keşiş adeta hışırdayarak kızdan geriye kalana doğru “Onun adı ne?” diye sordu. “Söyle bana kızım, yüreğindeki tohumun adı ne?”
Kız uğultuyla karşılık verdi. “Söylersen söz, onu da alır giderim!”
Kız hışırdadı. Uğultusuyla odayı karanlık bir rüzgar kapladı ve kulaklara Kamanar adını taşıdı.
Keşiş “Oh!” dedi. “En sevdiğimden!” Rüzgar esti, ev yellendi. “Beni tamamlamaya ne dersin Kamanar? Karanlığın eseri olmaktansa, sana uyum sağlayabilen yeni bir varlık olmayı teklif ediyorum!” Sanki hep arzuladığı şeyi bulmuş gibi bir ağaç boşaldı, diğerine aktı.
Keşiş döküldü, dişer ağacın yüreğinden geçti. Karanlık yitip giderken kızıl bir ateş camdan dışarıya yollandı.
Kızın bedeni yere yığılırken anne ileriye atılmış, kızını kolları arasına almıştı. Boşluğa odaklanmış bakışların ardından içindeki karanlığın sökülüp alındığı hemen anlaşılabiliyordu. Yine de yanında başka şeyler de gitmişti. Yitip giden yaşam ateşinin ardından, geriye sadece boş, temiz bir ışık kalmıştı.
Hatibe bitki formundan geriye döndürmeyi başardığı ama bitkisel hayattan çıkaramadığı kızının yatağı başında oturmuş boş boş bakıyordu. Karanlık… Keşke tüm köyü yutsaydı da kızı hayatta olsaydı, diye düşünüyordu. Önüne geçemediği bu korkunç düşüncesinin ardından her seferinde kendisinden de nefret ediyordu. Hem hayata hem de bu lanet olası dünyaya yakarmadan geçecek tek bir günü dahi olacak mıydı?
Öfkeyle bağırdı, sesi odada yankılandı. Kızının üzerine eğildi. Saf ve temiz bakışlarına akıttığı gözyaşları ile ağladı.
Işık. .. İçinde bir parça karanlık olmayınca neye yarardı ki?