Toprak iyice kurumuş ve insanlığa ne kadar kırıldığını anlatırcasına çatlamıştı. İki rahibin yüklü atlarını usulca sürmesine rağmen ortalığı toz bulutu kaplamıştı.
“Hiç suyumuz kaldı mı?” diye sordu yaşlı olan rahip gür, beyaz kaşlarını kaldırarak. Hemen hemen altmış yaşındaydı. Pürüzsüz başının aksine beyaz sakalları göğsüne dek geliyordu.
Genç olan deri matarasını çıkardı ve ters çevirdi. İçinden bir damla dahi düşmedi. Kurumuş dudaklarını diliyle ıslatıp bir kelime bile etmeden önüne döndü. Yaşı hemen hemen yirmi beşti, yüzünde yaşadığı korkunç geçmişin izleri olmasa yakışıklı bile sayılırdı. Sol şakağından başlayıp çenesine kadar gelen bir bıçak yarası buna engel oluyor, acımasız bir katilmiş izlenimi yaratıyordu.
“Senin yaşlarındayken,” diye söze girdi yaşlı rahip. “Buralarda hayat vardı. İleride gürül gürül akan nehrin içinde yüzen alabalıklar, göç mevsiminde o nehre uğrayan ördekler, nehre su içmeye gelen hayvanlar vardı.”
Genç olan rahip kaşlarını çatıp, “Ta ki yirmi üç sene öncesine kadar değil mi ihtiyar? Ben bu hikâyeyi binlerce kez dinledim. Laf kalabalığı olsun diye bir kez daha dinlemeye lüzum yok.” diye çıkıştı.
“Bu hikâyenin binlerce versiyonu var. Sen hangisini dinledin bilmiyorum ama inan benim anlatacağım gerçek hikâye. Tahminime göre bir gecelik mesafemiz kaldı, bu yolculuğu daha çekilmez kılmamak adına bana bir şans ver,” dedi yaşlı rahip.
Genç olan huysuz bir şekilde sessiz küfürler savurdu. Sonunda huzursuz bir şekilde “Peki anlat bakalım,” dedi.
“Bundan yirmi üç sene evveline kadar diyarı Grabben isimli bir kral yönetiyordu.”
“Her şeyin yok olmasına sebep olan kendini beğenmişin tekiymiş,” diye araya girdi genç rahip.
“Şşşşş, sözümü kesme! Sana okulda ustalarının sözünü kesmemen gerektiği öğretilmedi mi?”
“Bana okulda sadece insan kesmek öğretildi,” diye yanıtladı genç olan rahip. “Bu yüzümdeki yara izi de bunun nişanı.”
“İzin verirsen tüm bunların tarihi hikayemin içinde saklı. Artık devam edebilir miyim?”
Genç rahip yine umursamaz bir tavırla başını salladı ve önüne bakmaya devam etti.
“Grabben sanılanın aksine barıştan yana, hataları olsa da benim kanaatimce başarılı sayılabilecek bir kraldı. Diyarı on altı sene boyunca barışla yönetti. Lakin onun bu tutumu bazı kesimlerce zayıflık olarak nitelendirildi. Bunu düşünenlerin büyük çoğunluğu ise şu anda içinde bulunduğumuz kitle, yani din insanlarıydı. Grabben aslında çok dindar bir kişiydi. Rahipler Loncası onun cömertliği sayesinde senelerce bolluk içinde yaşadı. Grabben onların kendisi hakkındaki düşüncelerini öğrenince çok sinirlendi, işte hataları da bu noktadan sonra başladı. Danışmanlarının etkisiyle din insanlarının içine adamlarını yerleştirmeye ve hakkındaki düşünceleri tek tek toplamaya başladı. Fakat yerleştirdiği adamları acele bir kararla görevlendirdiği için güvenilir olup olmadıklarını hiçbir zaman sorgulamadı. İşte bu Grabben’in yaptığı en büyük hataydı. Ortalığı karıştırmak ve tahtı ele geçirmek isteyen bazı kesimler bunu öğrendiler ve onun görevlendirdiği kişileri daha yüksek bir rakama kendilerine bağladılar. Grabben’e sadık olmayan görevli kişiler para için duyduklarının aksi şeyleri Grabben’e aktarıyorlar, onun hiçbir zaman düşünmeyeceği şeyleri Rahipler Loncası’na anlatıyorlardı. İşte bu olay Grabben’in gözlerini ve kulaklarını kapamış, Rahipler Loncası’nın ise Grabben’e diş bilemesine, savaş için hazırlık yapmasına neden olmuştu. İşte din adamı olmak isteyenlerin aynı zamanda dövüş eğitimi alması bu şekilde doğdu. Yüzündeki derin yara izinin sebebi Grabben değil onu tahttan indirmek isteyen kesimlerdir.”
“Kim peki Grabben’i tahtından etmek isteyen kişiler?” diye sordu genç rahip.
Yaşlı olan gür sakalının ardından gülümsedi, “Bu da sorumu, tabii ki asiller.”
“Saçmalık, asiller zaten bolluk içinde yaşarken neden tahtı ele geçirmeye çalışsınlar ki?”
“İnsanlığın doğasıdır açgözlülük. Hiçbir zaman elindekiyle yetinmeyi bilmez. Bu nedenle tahtı ele geçirmeye çalıştılar.”
“Eee peki sonra ne oldu?”
“Bakıyorum da hikâyeye karşı ilgin uyandı, sonraki olaylar daha da ilginç. Rahipler Loncası asillerin yaptığı oyunu anladı ve buna dur demedi. Çünkü asiller Rahipler Loncasına geri çeviremeyeceği bir teklif sundu. Özerklik!”
“İyi de özerklik Rahipler Loncası’nın ne işine yarayacaktı ki?”
“Özerk olurlarsa ne bir krala bağlı olacaklar ne de bir kraldan aşağı olacaklardı. Aynı zamanda kraliyet yasalarına uymak zorunda değillerdi. Bu da en büyük isteklerinin önünü açmıştı. Ticaret!”
“Ticaret yaparak hem diğer uluslarla iletişim kurup dini yayacaklar hem de maddi olarak refaha ereceklerdi.”
“Bravo, tam da bu şekilde ama sadece bir eksikle.”
“Nedir o?”
“Asillerin de hesaba katamadığı şey de buydu. Daha iyi savaş eğitimi için paralı askerler.”
“Peki tüm bunlar olurken Grabben hiç mi bir şey duymadı?”
“Duydu duymasına ama başta inanamadı, inandığında ise ordusunun büyük çoğunluğu av kokusu almış tazı gibi paranın peşinden gitti.”
“Sonra ne oldu?”
“Sonrasında Rahipler Loncası asiller ile birlikte krallığı ele geçirdi. Bu olaylar sırasında Grabben çoktan oradan ayrılmıştı. Sonrasında ise Rahipler Loncası asilleri ortadan kaldırdı.”
“Nereye gitmiş bu Grabben?”
“Şimdi bizim gittiğimiz yere. Ejderha Diemon ile konuşmaya ve çalınan krallığını geri almaya.”
“Pek başarılı olmuşa benzemiyor,” dedi genç rahip.
“Çok sabırsızsın, dur hikâyenin daha sonuna gelmedik. Başarı veya başarısızlık hemen nihayete erecek bir durum değil. Muhtemelen Ejderha Diemon ile ilgili de birkaç şey duymuşsundur ama inan bu anlatacaklarımı duymamışsındır.”
“Henüz varmamıza var, anlat bakalım.”
“Grabben’in büyük büyük dedesi Sulkar ava çok meraklı biriydi. Kssari Ormanı’nda tam bir ay sürecek bir av planı yaptı ve katılmak isteyen herkesi ister soylu olsun ister köylü bu ava davet etti. Kral ile ava çıkmanın onurunu yaşamak isteyen binlerce kişi katılmak için adını yazdırdı. Fakat danışmanlardan biri, av için yapılan tüm bu hazırlıkların katılacak binlerce kişiye yetmeyeceğini, ava katılmanın bir şartı olması gerektiğini, bu şartı sağlayan ilk yüz kişiyi ava götürmelerinin doğru olacağını söyledi. Bu fikir saray içinde uzun süren tartışmalara yol açtı ama fikir Kral Sulkar’ın da aklına yatmıştı. Halk üzerinde yaratacağı izlenimi hiçe sayarak fikrini değiştirdiğini, kendisine gelecek en güzel yüz hediyenin sahibini ava götüreceğini açıkladı. Saraya on binlerce hediye yağacağını düşünürken işler umduğu gibi gitmedi, sadece yaşlı bir büyücü elinde taş benzeri biçimsiz bir cisimle çıkıp ava katılmak istediğini, bunun diyeti olarak da en değerli eşyası olan ejderha yumurtasını krala hediye etmek istediğini söyledi. Sulkar büyücünün hediyesini kabul etti ve onu da ava götürdü.
Bu avın üzerinden onlarca sene geçti, Grabben tahta çıkmadan bir sene önce büyücünün verdiği ejderha yumurtası çatladı ve içinden çirkin mi çirkin bir ejderha yavrusu çıktı. Halk arasında bazı söylentiler ayyuka çıkmıştı. En meşhuru ise bu ejderhanın tüm kıtanın sonunu getireceğine yönelikti.”
“Pek de haksız sayılmazlarmış.”
“Çok acelecisin, biraz bekle, sona doğru yaklaşıyoruz. Grabben yavru ejderha ile çok ilgiliydi. Her öğün onu beslemek için yanına uğruyor, zarar görmemesi için elinden geleni yapıyordu. Halk arasında bu dedikoduyu kimin çıkardığını çok merak etti ve söylentinin peşine düştü. Tüm bunların kaynağı bir kahindi. Neden bu şekilde bir söylenti çıkardığını öğrenmek için kâhini ziyaret etti. Yaptıkları görüşmede krallığını yıkmak isteyen düşmanlarının Sulkar’a büyücü vasıtası ile bu ejderha yumurtasını gönderdiğini fakat büyücünün Sulkar’ın iyi tavrından dolayı yumurtanın çatlamasına engel olucu büyüler yaptığını öğrenmiş.”
“Büyücü hala yaşıyormuş yani?”
“Hayır, büyücü yaşadığı süre boyunca yumurtanın çatlamasına ve ejderhanın çıkmasına engel olmuş. Ölmesine yakınken de son gücüyle uzun sürecek bir büyü yapmış lakin büyücünün ölümünün üzerinden tam elli sene geçtiği için büyü tesirini yitirmiş ve yumurta çatlamış.”
“Grabben bunu öğrenince ne yapmış peki?”
“Hiçbir şey yapmamış. Bu süreç içerisinde tahta çıkmış ve Diemon’un erişkin bir ejderha olana kadar sarayına yakın bir mağaradaki bakımına yardım etmiş.”
“Yani kısacası şu anda yaşadığımız çorak dünyanın olma sebebini beslemiş.”
Yaşlı rahip kaşlarını çatıp, “Olaylara çok farklı açılardan bakıyorsun evlat ama tam olarak öyle değil. Sulkar’ın düşmanlarını hatırlıyorsun değil mi?”
“Evet, Diemon’un yumurtasını büyücü ile gönderen kişiler.”
“Aynen öyle, bu kişilerin soyu da aynı şekilde Grabben’in krallığına göz dikmişler ve Diemon’un ne amaçla gönderildiğinden haberleri varmış. Grabben’in en güvendiği, yanından bile ayırmadığı danışmanlarından birini kandırıp gizlice Diemon’a haberler yollamaya başlamışlar. Bu danışmanın adı Tulubb’muş. Tulubb kendini çok bilge sanan ahmağın tekiymiş. Çünkü kâhin tarafından söylenen sözlerin hepsine inanıyormuş, Grabben’in zarar görmemesi ve ejderhanın krallıktan uzak durması için resmen kendine söylenen yalanları Diemon’a iletiyormuş.”
“Nasıl yalanlarmış bunlar?”
“Diemon’un Grabben veya onun kanından bir erkek tarafından öldürüleceğini, bu sebeple kıtayı terk etmesi gerektiğini söylüyormuş.”
“Peki ejderhayı bu mu kışkırtmış? Eğer öyleyse ihtiyar hikayende zaman kayması var.”
“Hayır tüm bu olaylar Rahipler Loncası’nın ve Grabben’in arasının açılmasından çok önce gerçekleşiyor.”
“Ejderha bu sözlere inanıp gitmiş mi?”
“Aynen öyle, Diemon bu sözlere inanarak kıtayı terk etmiş. Diemon’un gitmesi Grabben’i de çok üzmüş ama Tulubb bu durumdan dolayı çok mutluymuş. Çünkü ona göre hem kralını korumuş hem de krallığı kurtarmış.”
“Ejderhaların akıllı yaratıklar olduğunu zannederdim fakat bu hikâyeden anladığım kadarıyla pek de öyle yaratıklar değillermiş.”
“Öyle düşünme. Tulubb Diemon’un yumurtadan çıkıp erişkin olana kadar yanında olan nadir insanlardan biriydi. Ona inanıp uzaklaşması gayet normal bir davranış çünkü tam o sırada Grabben’in bir oğlu olmuştu. Grabben olmasa bile oğlu tarafından öldürülebileceğini düşünmüş olabilir.”
“Oğlu yaşıyor mu?”
“Bildiğim kadarıyla evet yaşıyor ama nerede ve kim olduğunu kimse bilmiyor. İzninle devam edeyim. Şimdi tüm bunları öğrendiğine göre Rahipler Loncası ve asillerin krallığa saldırma olayına geri dönelim. Grabben saldırının olacağını ve krallığının elinden alınacağını anlamış. Çünkü ne elle tutulur bir ordusu var ne de yıllarca sürecek savunmaya yetecek düzeyde erzağı varmış. Tek çözüm yolunun oradan uzaklaşıp Diemon’u bulup, krallığını geri almak için ikna etmek olduğunu düşünmüş. Henüz bebek olan oğlunu da çok güvendiği Tulubb’a emanet ederek yollara düşmüş. Günlerce yol gitmiş fakat Diemon’un izine rastlamamış. Sonunda Keskin Tepe denen bir yerde onu bulmuş. Diemon onu karşısında görünce çok şaşırmış ve onu öldürmek için geldiğini sanarak önce davranmış. Kral Grabben sorgusuz sualsiz saldırı karşısında hazırlıksız olduğu için oracıkta canından olmuş. Diemon kendine söylenen yalana göre Grabben’den kurtulmuş ama kanından olan biri olduğu için henüz canını kurtaramamış. Bu sebeple var gücüyle tüm dünyayı ateşe vermiş. İşte içinde bulunduğumuz kuraklığın sebebi budur.”
“Peki nasıl oldu da tüm insanlık Diemon’a haraç verir pozisyonuna geldi?”
“Ejderhaların en büyük zaafı altındır evlat. Aylarca süren ateş yağmurunun ardından tüm bu duruma kendisinin sebep olduğunu düşünen Tulubb ortaya çıkmış ve Diemon’a tüm gerçeği anlatmış. Diemon’a tüm bunlara son vermesi karşılığında her ay on çuval altın gönderileceğini söyleyerek bir nebze de olsa hatasını telafi etmiş. İşte şimdi taşıdığımız yük yaşamamız için gerekli olan haraç böyle ortaya çıktı.”
“Gerçekten hikâyenin bu versiyonun dinlememiştim.”
“İnan bana gerçek hikaye budur. Haydi şimdi ateş yakıp geceyi burada geçirelim. Yarın şu tepeyi aştık mı ejderhaya haracını verip döneriz.”
“Sen daha önce bu yaratıkla karşılaştın mı?”
“Birkaç kez. Haydi şimdi dinlenelim daha çok işimiz var.”
Sessiz geçen bir gecenin ardından kavurucu güneş tekrardan tepede belirerek henüz işinin bitmediğini anlatır gibi oradaydı. Atlarını yükleyip kurumuş toprak üzerindeki yolculuklarına kaldıkları yerden devam ettiler. Yaşlı rahibin dediği gibi ufukta görünen dik tepeyi tırmanıp Diemon’un bulunduğu ine vardılar. Yaşlı rahip genç olana neler yapması gerektiğini hatırlatmak için mağaranın girişinde durdu.
“Evlat bana bak, sana dediklerimin dışına çıkma sakın. Canından olmak istemiyorsan ejderhanın gözlerinin içine bakma ve sakın ola ki ona saygısızlık edeyim deme!”
“Merak etme ihtiyar henüz ölmek için gencim.”
Uyarılar sonrasında yavaşça mağaranın içlerine doğru ilerlediler. Attıkları her adımda ortamın ısısı artıyor, burunlarına çalınan is kokusu ciğerlerini yakarak öksürmelerine neden oluyordu. Sonunda ejderhanın bulunduğu yere vardıklarını içeriden gelen altın şıngırtısından anladılar. Yaşlı rahip atından inip kapıya doğru yaklaştı.
“Ulu Diemon,” diye seslendi. Kurumuş boğazından çıkan sesi mağaranın çıplak duvarlarında yankılandı. “Aylık haracınızı getirdik.
İçeriden önce büyük bir altın dağının yıkılma sesi geldi, sonra ise ejderhanın sesi duyuldu.
“İçeri getirin!”
Sesi o kadar gürdü ki korkmak için onu görmeye gerek yoktu. Buna rağmen iki rahip de birer çuvalı yüklenip kapıdan geçtiler. Ejderha gümüş renkli derisiyle yüksek bir altın dağının tepesinde tüm heybetiyle yatıyordu. Sadece kafası şimdiye kadar gördükleri en büyük handan büyüktü. Başının üzerindeki dikenler en uzun ağaçtan daha uzun, en sivri kılıçtan daha keskindi. Genç rahip elindeki çuvalı açıp altın denizine döküyordu ki yaşlı rahip elindeki çuvalı bırakıp ejderhaya doğru yürümeye başladı. Genç rahip onun bu hareketini anlamaya çalışırken olduğu yerde kalakaldı.
“Diemon!” diye seslendi yaşlı rahip.
Ejderha başını kaldırıp ona döndü ve bir süre ne bu anlamsız tepkiyi anlamaya çalıştı.
“Hey sen ne yapıyorsun ihtiyar, bizi öldürtecek misin?”
“Diemon, beni tanıdın mı?” diye bağırdı yaşlı rahip.
Ejderha şimdi olduğu yerde doğrulmuş kendine yürüyen yaşlı adama bakıyordu.
“Epey sene oldu,” ejderha ile arasında on beş adımdan az mesafe vardı. “Beni görünce sevineceğini sanırdım. Oysa sen sadece aval aval bakınmakla yetindin.”
“İhtiyar ben gidiyorum, sen ne halt ediyorsan et!”
“Olduğun yerde kal çocuk!”
Genç rahip onun sözünü dinlemeden yavaş yavaş kapıya doğru ilerliyordu.
Ejderha yaşlı adama doğru eğildi, “Tulubb, sen nereden çıktın?” dedi.
Genç rahip ejderhanın bu sözünden sonra olduğu yerde durdu ve onların olduğu noktaya doğru döndü.
“Tulubb mu?”
“Evet,” dedi yaşlı adam. “Benim adım Tulubb, şimdi yanıma gel!” diye emretti genç rahibe.
Genç adam ürkek adımlarla onların bulunduğu yere hareketlendi.
“İşte zamanı geldi Diemon, benim hatamdan dolayı Grabben canından oldu, senin öfken yüzünden koca dünya çöle döndü. Şimdi kendimizi affettirmenin zamanı geldi.”
“Bu mu?” dedi ejderha sorgulayan gözlerle.
“Bugün yirmi beş yaşına girdi. Artık hakkı olanı almaya hazır.”
Genç rahip şaşkın gözlerle neler olup bittiğini anlamaya çalışırken ejderha ona doğru eğildi.
“Babasına benzemiyor ama onun oğlu olduğu belli. Grabben’e yaptıklarımdan dolayı çok üzgünüm evlat. İşte Tulubb gelip tüm olan biteni bana anlattıktan sonra birbirimize ateşle söz verdik. Yirmi üç sene boyunca hakkın olan mirası topladık. Bu tüm orduları satın almaya yeter de artar bile. Ben ve Tulubb hakkın olan ama bizim yüzümüzden yitirdiğin krallığı alman için elimizden geleni yapacağız.”
“Çok yaşa Kralım,” dedi Tulubb ve genç rahibin önünde diz çöktü, aynı ejderha Diemon’un onun önünde eğildiği gibi.