Kayalığa vardıktan sonra çadırlarını kurup kamp alanlarını oluşturdular. Kayalık yüzeylerdeki petroglifleri geniş kağıt yüzeylere baskılayarak çıkarmaya başladılar. Güneş adamlar, süvariler, dağ keçileri, at üstünde geriye dönük ok atan asker, çeşitli Türk boylarına ait tamgalar, elinde davuluyla ayin yapmakta olan şamanlar ve daha pek çok motif… Hepsini itinayla kağıt yüzeye aktarıyor, aktardıkları kısımları numaralandırarak tasnifliyorlardı. Özgür, yaşadığı gariplikleri unutmuş, arkadaşlarıyla birlikte çalışmaya koyulmuştu. Hepsi arkeoloji son sınıf öğrencisiydi ve danışmanları, onlardan bitirme ödevi olarak yeni keşfedilen bu alandaki kaya resimleri ve tamgalar üzerine çalışmalarını istemişti. Sanat tarihi bölümünden iki arkadaşları da onlara yardım etmek hem de bu alanı görmek için gruba dahil olmuşlardı.
Arkadaşları yorulup çay molası vermek için kamp alanına döndü. Özgür, çalışmayı sürdüreceğini ve kendisine de bir fincan çay getirirlerse memnun olacağını söyledi. Semih hem kendine hem de ona çay hazırlamak için kamp alanına gitmişti. Kayalığın yüzeyindeki petroglifleri hafif dokunuşlarla inceliyor ve elinde hissettiği girinti çıkıntılar, motifler onda büyük bir haz uyandırıyordu. İnceledikleri alan, oldukça geniş bir yüzeye sahipti. Her adımda farklı motiflerin ve konuların resmedildiğini gördükçe binlerce yıl öncesinden kendilerine çizimleriyle seslenen insanların seslerini duyuyor gibi oluyordu. Sanki eli, bir taş plak üzerinde süzülen gramofon iğnesi gibiydi. Yüzeyi incelemeyi sürdürdükçe arkadaşlarından daha da uzaklaşmıştı. Fakat o gördüğü bu taş sanatı eserlerinin büyüsüyle bunun farkında bile değildi.
İyice uzaklaştıktan sonra biraz ileride hafifçe ana kayadan ayrılmış, dikdörtgenimsi bir kaya yüzeyi fark etti. Fiziki aşınmaya bağlı bir çatlağın buna sebep olmuş olabileceğini düşündü. Gördüğü şeyin yanına vardığında tepede başlayan çatlağın dibe doğru daralarak indiğini gördü. Tepe kısmında da çatlak ileriye doğru uzanıyordu. Onu şaşkınlığa uğratan şeyse yukarı kısımdaki aralıktan el feneri yardımıyla içeriye ışık tuttuğunda bu taş kütlesinin arkasında başka kaya resimlerinin olduğunu görmesiydi. Bu çok ilginçti. O halde bu kaya kütlesi doğal bir süreçle ana kayadan ayrılmış olamazdı. Buraya sonradan bitiştirilmiş olmalıydı. Kaya bloğunu ana kayadan ayırmayı denese de gücünün yetmeyeceğini anladı. Birkaç denemeden sonra pes edip soluklanmaya başladı.
Semih, Özgür’ün bir kaya bloğunu yerinden oynatmaya çalıştığını görmüştü. Yürüyüş sırasında tuhaf davranışlarına şahit olduğundan gözünü ondan ayırmıyordu. Arkadaşı için endişeleniyordu. Hızla yanına geldi. Ona ne yapmaya çalıştığını sorduğunda Özgür, el feneriyle az evvel gördüğü çizimleri ona da gösterdi:
“Vay canına, çok ilginç! Hemen diğerlerine de haber verelim. Hep beraber uğraşırsak daha kolay oynatırız yerinden bunu.”
Semih, Özgür’ü orada bırakıp grubun diğer üyelerini alarak geri geldi. Hepsi tek tek aralıktan bakıp kaya resimlerini görünce bu kaya bloğunu yerinden oynatma fikrini destekledi. Fakat bu kütle, o kadar ağırdı ki çok uğraşmalarına rağmen çok az bir miktar kıpırdatabilmişlerdi. Biraz dinlenip tekrar işe koyuldular. Sonraki denemelerinde kütle iyiden iyiye yerinden oynadı ve ana kayadan ayrıldı. Biraz daha dinlenip tekrar işe koyulduklarında kütleyi iyice ana kayadan uzaklaştırmayı ve hatta sonunda devirmeyi başardılar. Gördükleri çizimler nefeslerini kesmişti. Daha önce gördükleri ve inceledikleri kitaplardaki kaya resimlerinin hiçbirine benzemeyen çizimlerdi bunlar.
Elinde davuluyla bir şaman, bir ateşin etrafında dans ediyordu. Hemen tepesinde ay dolunay halindeydi. Şamanın az ilerisinde kökleri yere ve dalları göğe uzanan bir ağaç vardı ve ağacın gövdesinden şeytani varlıklar dışarı çıkıyordu. Bir sonraki sahnede şaman, yarı kurt yarı insan olarak tasvir ediliyordu. Ayrıca yer yarılıyor ve Erlik Han, bu aralıktan yeryüzüne çıkıyordu. Ateşin çevresindeki insanlara şeytani varlıklar musallat oluyor ve onları öldürüyordu. Bir diğer sahnede göze çarpan şey tamamen kurda dönüşen şamanın boy beyinin üzerine atılıp onu yemeğe başlamasıydı. Erlik Han, hemen yanında betimlenmişti. Sonraki sahnede ise Erlik Han, çığlık atar bir şekilde tasvir edilmişti ve kurda dönüşen şaman yerde ölmüş bir halde yatıyordu. Son sahnede ölen şamanı yakarak küle çeviren Erlik Han’ın onun küllerini toplayarak sahnedeki ağacın kovuğuna gizlediği resmediliyordu.
Semih, gördükleri karşısında büyülenmişti:
“İnanılmaz! Gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum, mükemmel bir şey keşfettin, kardeşim! Bunu Servet Hoca’ya gösterdiğimizde ne diyeceğini çok merak ediyorum.”
Özgür, kocaman açılmış gözlerle ve şaşkın bakışlarla kaya resimlerini inceliyor ve gün içerisinde yaşadığı şeyleri düşünüyordu. Ağaç ve içine konulan kül dolu torba sahnesi onu son derece rahatsız etmişti. Yaşadığı garip olaylarla paralellik taşıyan bu çizimler yüzünden zar zor attığı gerginliği daha şiddetli bir şekilde geri getirmişti. Arkadaşlarının, onun bulduğu kaya resimleriyle ilgili yorumları kulağına çalınsa da o bunları duymuyordu. Tek yaptığı şey, önünde duran bu korkunç sahnelerin gerçeklik payının olup olmadığını düşünmekti.
Çalışma alanlarını buraya kaydıran grup, kısa süre içinde çizimleri kâğıt yüzeye aktarıp numaralandırarak tasnifledi. Daha sonra kamp alanına dönüp çizimlerdeki motifleri tasniflemeye ve hangi çizimin neye karşılık geldiğini tartışmaya başladılar. Her bir çizime ayrı ayrı numaralar vererek bunları bir deftere ayrıca çizip yanlarına açıklamalarını yazdılar. Saat iyice ilerleyince yorulduklarını fark ederek bir süre dinlendiler. Gruptan görevli iki kişi, yemek ve çay hazırlığına girişti. Kamp ateşinin çevresinde toplanıp yiyip içmeye ve yaptıkları keşifle ilgili sohbet etmeye başladılar. Hemen hepsi bu keşfin büyük ses getireceğinden emindi. Fakat Özgür, keşfin büyüklüğünden ziyade çizimlerde anlatılan olaya aklını takmıştı ve içinde onu huzursuz eden bir şeylerin kıpırdandığını hissediyordu.
Gerek yol gerekse alanda yaptıkları çalışmalar onları iyiden iyiye yorduğu için kısa süre sonra esnemeler başladı. Sabah erkenden kalkıp kaldıkları yerden çalışmalarına devam etme kararı alarak çadırlarına çekildiler. Çok geçmeden de uykuya daldılar. Ay, o gece dolunay halindeydi ve iyice tepeye varmıştı. Hafif bir esinti çadırlarını sallamaya başladı. Gece, korkunç bir kötülüğe hazırlanıyordu.
Özgür, kendini aniden bir ateşin çevresinde otururken buldu. Yanında gruptaki diğer arkadaşları da vardı. Çevrelerinde keçi yününden kıyafetler giyinmiş, çekik gözlü, sert bakışlara sahip, kimisi kaftanlara bürünmüş insanlar oturuyordu. Başlarında koni biçimli, tepe kısmına üçgen şekli verilmiş ve üzerinde beşer yaprak bulunan başlıklar takmışlardı. Örgülü saçları uçlarından tokalarla tutturulmuştu. Erkeklerin hemen hepsi bıyıklıydı ve bazıları küpe de takmıştı. Ayrıca bellerine kuşaklar bağlamışlardı ve kimisi bu kuşağa bir hançer kimisi de bir kılıç iliştirmişti.
Ateşin hemen başında mavi kıyafetlere bürünmüş bir şaman vardı. Onu fark edince irkildi. Bu gündüz gördüğü sanrıdaki adamın ta kendisiydi. Başında baykuş tüyleriyle bezenmiş bir başlık vardı. Elinde zilli bir şaman davulu tutuyordu.
Ölü yılan derisinden dizginlere sahipti. Elbisesinin etek uçlarına geçirilen sicimler, saçaklar ve kordonlar yere kadar uzanıyordu. Elindeki kam davulunu çalıyor ve ateşin etrafında dönerek büyüsel sözler söylüyordu. Davulunun üzerinde gök direği, yer-gök çizgisi, uçmağ, tamu, atlar, sungur, alageyik, doğa ana, gök, güneş ve yıldızlar çizilmişti. Bu çizimlere el ele tutuşmuş insanlar figürü de eklenmişti. Şaman, davulun ritmini arttırarak ateşin etrafında hızla dönmeye ve sesine bir tizlik vermeye başladı. Sesi gırtlaktan geliyordu ve büyüsel sözlerin yerini kargıra almıştı. Özgür, şamanın söylediklerinin anlamını bilmiyordu. Fakat şamanın ses tonu ve yüz ifadesinden iyi dileklerde bulunmadığını ve Tanrı’ya söylenmiş ilahiler olmadığını anlayabiliyordu. Gerilmeye ve korkmaya başladı.
Şamanın çevresinde döndüğü ateş, solmaya ve gri bir renk almaya başladı. Çevredeki her şey gittikçe siyah, beyaz ve gri tonlar almaya başladı. Ateş, siyahın tonlarına büründü ve şamanın yüzü uzayıp sivrilmeye başladı. Elbiseleri yırtılıyor ve bedeni kıllarla kaplanmaya başlıyordu. Sonunda tamamen bir kurda dönüştü ve gözleri kızıl bir renk aldı. Yere attığı davulunun üzerindeki desenler, deri yüzeyden ayrılarak göğe ağdı. Tam dolunay halindeki ayın üzerine kondu. Bir süre hareket halindeki bu figürler de değişmeye başladı. Gök direği tersine dönüp yerin dibine doğru uzanır hale geldi. Yer-gök çizgisi parçalara ayrıldı. Uçmağ ile tamu yer değiştirdi. Sungurlar gökyüzünden yere düşüyor ve ölüyordu. Alageyikler ve atlar cansız bir halde yere yuvarlanıyordu. Tabiat ana tasviri bozuldu ve gök yarılıp güneş ve yıldızlar kara renge büründü. El ele olan insanlar, sağa sola kaçışmaya ve şeytani varlıkların saldırılarıyla can vermeye başladılar.
Dolunay, parlak bir karanlığa evrildi. Sanki önüne bir gök cismi geçmiş ve ışığını tamamen kesmişti. Gökyüzünde kocaman bir kara delik oluşmuş gibiydi. Bu delikten kara baykuşlar uçuşmaya ve çevredeki insanları kovalamaya başladı. Ortalık savaş alanına döndü. İnsanlar korkuyla sağa sola kaçışıyordu. Yine aynı delikten devasa kara yılanlar yeryüzüne iniyor ve önüne gelen insanı bir lokmada yutuyordu. Baykuşlar da konup yakaladıkları insanın ruhunu bedeninden çıkarıyor ve cansız bedenlerini oracıkta bırakarak başka bir kurbanın peşine düşüyordu.
Kurda dönüşen şamanın kızıl gözleri Özgür’e dikilmiş ve onu kovalamaya başlamıştı. Kıl çadırların arasındaki kovalamaca dakikalarca sürmüştü. Sağa sola ani manevralar yapıyor ve kurdun pençe hamlelerinden kaçmayı başarıyordu. Nefes nefese kalmış olsa da durmaması gerektiğini biliyordu. Eğer yakalanırsa hiçbir şansı yoktu. Çadırların olduğu alandan çıkıp bozkırın ortasına doğru koşmaya başladı. Kurt da peşi sıra geliyor ve tiz uluma sesleriyle onu korkutup dermanını kesmeye ve teslim olmaya mecbur etmeye çalışıyordu. Gözlerindeki kızıllık gittikçe koyulaşmış ve kısılan biçimiyle daha da şeytani bir görünüm kazanmıştı. Ulumalarıyla hedefinden sapmadan onun üzerine doğru son sürat koşan ıslık çalan bir oka benziyordu.
Özgür, koşarken etrafta gündüz gördüğü kurganların hiçbirinin yerinde olmadığını fark etti. Gördüğü manzara onu şaşırtmakla kalmamış aynı zamanda dehşete de düşürmüştü. Tüm o taş yığınları birdenbire nereye kaybolmuştu? Fakat bunu uzun uzadıya düşünecek vakti olmadığını biliyordu ve koşmaya devam etti.
Gündüz vakti gördüğü ağacın dibine geldiğinde soluğu iyiden iyiye kesilmişti. Artık bacaklarında, bedeninde derman kalmadığını biliyordu. Ağacın tüm o kahverengi ve yeşil tonları gitmiş, gri ve siyah tonlara bürünmüştü. Yapraklarına dokunduğunda eline kara kurumların döküldüğünü gördü. Sonra ağacın gövdesinde bir ışık belirdi. Bu ışık bir aleve dönüşerek ağacı baştan ağaya yakmaya başladı. Birkaç metre geri çekilip ağacın yanışını izlerken ona yetişen kurt da üzerine atılıp onu bir hamlede yere serdi.
Kıpkırmızı gözlerini yüzüne dikip hırlayarak ona bakıyordu. Sonra birden kargıra söylemeye başladı. O esnada şamanın değişmeyen tek şeyinin sesi olduğunu fark etti. Çenesi, sivri şekli ve uzun dişleriyle bir testereye benziyordu. Güçlü çenesiyle Özgür’ün bedenini ısırmaya ve çeşitli yerlerinden et parçaları koparmaya başladı. Onu canlı canlı yiyordu. Isırdığı yerlerinden kapkara kanlar fışkırıyordu. Sonra kurt, tam boğazına hamle yaptığı sırada kabusundan sıçrayarak uyandı. Kan ter içinde kalmıştı. Derin derin nefes alıp elleriyle yüzünü silerken dışarıdan çığlık seslerinin geldiğini fark etti.
Çadırının fermuarını çekip dışarı fırladığında arkadaşlarının sağa sola kaçıştıklarını gördü. Dolunay öyle parlaktı ki olan biten her şeyi çok açık görebiliyordu. Her birinin üzerinde rüyasında gördüğü insanların giydiği kıyafetler olan hayaletler vardı ve arkadaşlarını kovalıyor, yakaladıklarını kamplarının az ilerisindeki açıklığa getirerek ellerinde keskin kılıçlar olan askerlerin yanına bırakıyorlardı. Hemen çadırının içine döndü. Fermuarını çekip tulumunun içine sokularak beklemeye başladı. Korkudan titreyen bedenine, çenesine hakim olmaya çalışıyordu. Çığlık atıp fark edilmemek için bir eliyle çenesine güçlü bir şekilde bastırıyordu. Fakat kurtuluş yoktu.
İki hayalet, elindeki kılıçla çadırı parçalayıp tulumu ortaya çıkarmışlardı. Onu, tulumun içinden kollarından kavrayarak çıkardılar ve arkadaşlarının yanına götürdüler. Çevrelerinde bir çember oluşturdular. Tam karşılarındaki hayalet kümesi kenara çekildi ve hem gündüz hem de az evvel kabusta gördüğü şaman tam karşılarına dikildi. Bir elinde davul, bir elinde canlı kara bir yılan tutuyor ve kızıl gözleriyle onları süzüyordu. Çevredeki kalabalık etraflarında geniş bir çember oluşturarak bağdaş kurup oturdular. Yer yarıldı ve içinden çıkan küçük bir alev giderek büyüdü.
Şaman, davulunu çalmaya ve büyüsel birtakım metinler okumaya başladı. Aynı anda ateşin etrafında dönüyordu. Her dönüşünde hareketleri biraz daha hızlanıyordu ve birden ateşin arkasında durup yüzünü onlara dönerek şu sözleri söylüyordu:
“Ölülerin ruhu sana gelince
Erbörü uykundan uyandırınca
Kara şaman kargıraa okuyunca
Tiki ruhunu beyninden çekecek”
Şaman, sözlerini bitirir bitirmez bir gırtlak sesi çıkardı. Özgür ve arkadaşlarını çembere alan hayaletler de onunla aynı sesi çıkarmaya ve kargıraa söylemeye başladı. Gittikçe sesleri yükseldi. Gençler, yüksek perdeden çıkan sesin yarattığı baş ağrısını, zonklamayı ve uğultuyu bastırmak için elleriyle kulaklarını tıkıyor ve çaresiz bir şekilde çığlık atıyorlardı. Ama onları bu bozkırın ortasında duyacak kimse yoktu. Ses o denli yüksek bir perdeye vardı ki elleriyle kulaklarını tıkamaları da bir işe yaramıyordu artık. Kulak deliklerinden giren sesler kulak zarlarını yırtarcasına beyinlerine nüfuz ediyordu. Kafataslarının içindeki cevize benzeyen et parçalarının kıvrımlarında dolaşan titreşimler, onları bir balon gibi şişiriyor ve gittikçe büyümesine sebep oluyordu.
Kargıraanın yerini artık çok güçlü bir hışırtı almıştı. Gençler, gözlerini yaşadıkları acıdan sımsıkı yummuşlardı. Şişen beyinleri kafatası çeperini zorlamaya başladığı anda loblarında meydana gelen küçük patlamalarla yere yığıldılar. Şaman davulunu çalmayı bıraktı ve onların yerde yatan cansız bedenlerini bir süre izledi. Kurbanlarının burunlarından ve kulak deliklerden kanlar geliyordu. Sonra yeniden ateş çevresinde dönüp büyüsel sözler söylemeye başladı. Toplanan hayaletler, geldikleri kurganlara doğru uçup taş yığınlarının arasına girerek gözden kaybolmaya başladı. Şaman da son kez bir kargıma daha söyleyip uzun uzun ulumaya başladı. Yer yarıldı ve ateş, geldiği yere geri döndü. Şamanın az evvel durduğu yerde artık kara bir toz yığını vardı. Bir esintiyle uçuşmaya başlayan tozlar, kurganların aşağısındaki o ağacın gövdesinden içeri girerek kayboldu.
Son