İhsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası” adlı romanı Türk edebiyatında en çok bilinen ve üzerine en çok çalışma yapılan romanlardan biridir. Yayınlandığı günden bu yana Türk fantastik edebiyatında sarsılmaz bir yer elde eden bu güzide eser, pek çok noktadan büyük bir önemi haizdir.
1600’lü yıllarda geçen roman, bize dönemle ilgili oldukça güçlü ipuçları vermektedir. Kitap incelenirken ilk belirtilmesi gereken, yazarın tarihe olan ilgisinin incelemenin sağlığı açısından önemli olduğudur. Çünkü dönemin koşullarına dair ince detaylar, yazarın vurguladığı yahut vurgulamaktan imtina ettiği noktalar, okuyucunun ve romanı inceleyen insanların roman üzerine nasıl çalışması gerektiğini belirler.
Romanın özgül farklılıklarının ne olduğu da ayrıca ortaya koyulmalıdır. Çünkü fantastik unsurların yoğun olarak bulunduğu “Puslu Kıtalar Atlası” bir postmodern roman olarak değerlendirilmektedir (Narlı, 2009: 130). Postmodern romanın bazı ayırt edici özellikleri vardır. Bu özellikler;
Üst kurmaca, metinlerarasılık, çoğulcu bakış açısı olarak belirlenmektedir. Tarihe yönelme, kurguda entrika ve gizemi öne çıkarma gibi eğilimlere de daima vurgu yapılmaktadır. Üst kurmaca, çok genel anlamıyla, romandaki evrenin, kurmaca olduğunun, metinsel bir gerçeklik olduğunun açıkça vurgulanmasıdır. Bu kurgu düzeneği üç şekilde olabilmektedir 1. “Metnin kuruluşunu, yazılış sürecini olgu içine konumlandırma, ayrıca diğer kurmaca metinleri kısmî olarak yerleştirme” 2. “Nesnel gerçeklik ile kurmaca ilişkisini/ çelişkisini belirginleştirme” 3. “Modern romanda kimliği örtükleştirilen anlatıcıyı, etkin bir figür olarak belirginleştirme” (Narlı, 2009: 123-24).
İncelemenin devamında romanın postmodern özelliklerinin, eser incelenirken ne gibi etkileri olacağı da görülecektir. Bütün bunlarla birlikte roman edebi olarak oldukça güçlü ve değerli olsa dahi, sadece edebi yönden güçlü olmasıyla değil, felsefi olması ve hatta dönemin özgül sosyolojik yapısına ışık tutmasıyla da farklı açılardan da öne çıkmaktadır. Roman çok çeşitli açılardan okunabilmektedir Bu yazıda da “Puslu Kıtalar Atlası” romanının içerisindeki felsefi, toplumsal ve siyasal katmanlar ortaya koyulacaktır. Ortaya koyulan bu katmanların ise çoğu durumda oldukça spekülatif ve sübjektif bir yön taşıdığı söylenebilir.
Öncelikle İhsan Oktay’ın felsefeci (Anar, 2012: 3) olarak romana işlediği felsefi tını romanın başlarından son satırına kadar derinliğinden hiçbir şey kaybetmeden devam etmektedir. Rendekar adında bir filozofun “Zagon Üzerine Öttürme” olarak geçen kitabındaki “Düşünüyorum, o hâlde varım” cümlesiyle başlayan masalsı macera, Uzun İhsan Efendi’nin (Anar, 2012: 127) “Rendekar yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya” demesiyle devam ediyor. Romanın masalsı ve sembolik karakteriyle sürekli bir arada giden bu cümleler okuyucuyu varlık, düş, hakikat hakkında düşünmeye de sevk ediyor. Ayrıca düşlerinde bir atlas yazmaya çalışan Uzun İhsan Efendi’nin kitap boyunca devam eden düş motifi ve gerçeklik karmaşası okuyucuda sürekli bir şüphe ve belirsizlik duyguları oluşturmaktadır. Böylece düşünme sürecine daimi olarak bir belirsizlik ve şüphe eşlik eder. Ayrıca eşlik eden rüya motifi insanın uyanıkken bile fark edemeyeceği gerçeklerle yüzleşmesini sağlar (Yılmaz, 2011: 49). Bununla birlikte gerçekliğin sadece yitimi değil tekrar tekrar yeniden üretilmesi noktasında da rüyaların önemli payı vardır. Yeri geldiğinde karşıtlıklar, yeri geldiğinde iç içe geçen kavramlar ve durumların romanın içindeki yerinin de rüyalar ile sağlandığını söylemek gerekir (Narlı, 2009, s. 130) Böylece rüya motifi hem felsefi hem de edebi açıdan, romanın kilit noktalarından birini oluşturur.
Yazar rüyalar yoluyla gerçeklikle oyununu roman boyunca sürdürür. Örneğin kitabın sonundaki tüccarın hikâyesine odaklandığımızda, gördüğü bir düşün içinde, meraklı olmasından dolayı uyuyamamayla cezalandırılır ve bir daha düş göremez. O saatten sonra tekrar düş görebilmek, yaşamının temel amacı olur. Bu kısa hikâye pek çok açıdan yorumlanabilir. Başta da belirttiğimiz üzere postmodern romanın özelliklerini taşıyan “Puslu Kıtalar Atlası” da bundan muaf değildir. Çünkü metnin yegâne bir anlamı olamayacağı, metin hakkında mutlak kesinlikte çıkarımlara varılamayacağı postmodern romanın ana özelliklerinden kabul edilir (Temizer & Baş, 2021: 246). Sadece şu net bir şekilde söylenebilir ki felsefe ve sembolizm diğer her şeyden bağımsız, romanda daimi olarak yer almaktadır. Bu kısa hikayede tüccarın merakı ve ulaşmaya çalıştığı şeyin düş olması ve burada düşle kastedilenin “gerçek” olması gibi zekice bir kontrast ise bahsedilebilecek yorumlardan sadece bir tanesini oluşturur.
Eserle ilgili özellikle bahsedilmesi gereken metnin postmodern yönünün çok net gösterildiği karakterlerden biri “boyu uzun, gözleri çekik ve elmacık kemikleri çıkık” adamdır. Tüccar hikâyesinde tüccarın düşünde dikizlediği evdeki yazı yazan karakter uyuyan adamı yani muhtemelen Uzun İhsan Efendi’yi düşleyen ve sürekli yazı yazan yazarın kendisinden başkası değildir. Karakteri tarif ederken de aslında kendini tarif etmektedir. Bir üst kurmaca olarak düşünüldüğünde romanın ve yazarın oyunsu ve ironik tarafının daha net bir göstergesi olamazdı (Temizer & Baş, 2021: 253).
Bu noktada bir analoji postmodernizm-modernizm çatışmasına yazarın semboller üzerinden nasıl yaklaştığına dair net bir fikir verecektir. Öznenin keşfi Descartes’ın “Düşünüyorum, o hâlde varım” cümlesiyle ilan edilmiştir Descartes modern aklın ve felsefesinin de kurucusudur. Postmodern romanın örneklerinden “Puslu Kıtalar Atlası”nda yazarın, Uzun İhsan Efendi’nin ağzından karşı çıktığı filozofun Descartes olması tesadüf olmaktan oldukça uzaktır. Nasıl ki Descartes basit gibi görünen tek bir cümleyle oldukça derin ve felsefi savlara vardıysa, Uzun İhsan Efendi de “Düşünüyorum o halde sizler varsınız” gibi basit ifadeyle modern aklın öznesinin, dünyayla kurduğu ilişkiye kadar itiraz etmektedir (Yeter, 2015: 191-192)
Bu noktada, romanın şu ana kadar bahsedilen daha soyut kabul edilebilecek vurgu noktalarından, daha somut ve toplumsal olan, romanda önemli bir yer tutan “dilenciler loncası”na geçebiliriz. “Puslu Kıtalar Atlası” her ne kadar özgül bir tarihi dönemi, figürleri, hayatları anlatıyor gibi görünse de tipik tarihi romanlardan belli noktalarda ayrılır. Öncelikle belirli bir tarihi dönemi gözler önüne serse de pastoral olmaktan uzaktır ve aydınlanmacı öğreticiliği bu romanda göremeyiz. Kısaca anlama ve içeriğe önem vererek tarihi öğretmek, sevdirmek ve bunu yaparken gerçeklere olgulara bağlı kalmak gibi tavırdan direkt olarak bahsedilemez. Postmodern roman bu yaklaşımı yerinden etmiştir. Bu yüzden bu tavır postmodern romanların geneli için de böyledir (Özgün, 2016: 291). Ayrıca yine postmodern roman, genel olarak tarihteki büyük kahramanlar veya komutanlar gibi karakter şemasından çok toplumun daha alt ve gözden uzak gibi görünen kesimlerini anlatır (Özgün, 2016: 292) (Narlı, 2009: 130-31). Romandaki dilenciler loncası da çizilen bu şema için oldukça uygun bir örneği oluşturmaktadır. Belirtilen tarihi dönemdeki üst figürlerin yerini bir alt kültür örneği olarak dilenciler loncası doldurmuştur. Dilenciler loncası ile ilgili yazarın çizdiği şema oldukça dikkat çekicidir. Kendi içinde belirli bir sistemi olan, düşünüldüğünün aksine düzenli ve örgütlü sayılabilecek bir yapı karşımıza çıkmaktadır (Özgün, 2016: 291). Dışarıdan horlanan, görmezden gelinen, her türlü detayıyla normalin dışında kabul edilen dilencilerin “ne denli bir sosyal dinamik” olduğunu görebiliriz. Tarihi verilerle kıyaslandığında Osmanlı’da bugünkü anlayışımızla esnaf loncalarına dâhil edilmeyen ama sonradan kavramın anlamının genişlemesi ile ancak esnaf olarak nitelenebilecek ve adeta toplumsal yapıdan tamamen dışlanmış dilencilerin roman içinde üstlendiği önemli rol yine postmodern romanın toplumsal yapıyı altüst edişine uygun düşmektedir. Eserde adeta bir kurumsal yapıya, katı hiyerarşik sisteme ve hatta belirli bir meslek geleneğine sahiptirler (Özgün, 2016: 293-94).
Romanda “Hınzıryedi” isimli karakter dilenciler kethüdası olarak karşımıza çıkmaktadır. Loncanın en üst rütbesidir ve kethüdanın aşağısındaki kıdemlilere de aksakallı pir denilmesi de oluşumlar içindeki dinsel etkilere örnek olarak verilebilir. Çünkü Osmanlı Devleti’nde gerçekten de bazı esnaf loncalarında dini yönü güçlü olan kimselere lonca pirliği verilmiştir ve bu loncalar pek çok şeyden daha fazla manevi güce ve toplum saygınlığına değer vermişlerdir. Romanda karşımıza çıkan, her şeyiyle toplumun dışında ve hatta karşısında gibi görünen “dilenciler loncası”nda üstatlara pir denilmesi, uzun köklü bir kurumsal geçmişinin olması ve bu toplumsal kurumun “garip ama renkli bir dünya ve hatta sanat” olarak nitelendirilmesi Anar’ın zekice kurulmuş kontrastlarından biridir (Özgün, 2016: 294-95).
Loncalar, belirli türden bir dayanışmayı ve kolektifliği içeren yapılardır. Dilenciler loncasının da iş bölümü, yardımlaşma ve dayanışmasıyla ortaya çıkan “cemaatçi” yapısı oldukça dikkat çeker. Osmanlı’da normal halk ve esnaf bu cemaatçi yapıdan kaçamaz. Toplumun yapısı temel olarak bu cemaatçi örgütlenmelere dayalıdır. Bu cemaatçi yapının sağladığı kolaylıklardan dolayı halkın birey olmayla ilgili bir talebi olmadığı gibi, yine bu yapı padişahın da tebaasını daha kolay yönetmesini sağladığı için pratik olarak vazgeçilmezdir. Anar ise toplumun üst yapısında olan bu cemaatçi karakteri, tersine çevirerek bu tipik cemaatçi yapıyı bir alt kültür temsili olan dilenciler loncasına uygulamıştır. Ayrıca Özgün (2016: 295-96) dilenciler loncasının alt metninde “Osmanlı’daki cemaat kültürünün dilenciler arasına bile sirayet edebileceği” gibi bir okumanın mümkün olduğu yorumunu yapmaktadır.
Bu noktada romanın alt metninde işlenen başka bir temaya geçmek yerinde olur. Toplumsal cinsiyet meselesi literatürde oldukça geniş yer tutan bir konudur. “Puslu Kıtalar Atlası” da toplumsal cinsiyet rolleri ile erkekliğin nasıl algılandığına ve hatta bunların nasıl tekrar üretildiğine dair roman boyunca zengin bir içerik sunmaktadır (Utanır, 2020: 528). Romanda “Kubelik” adlı karakterin yasak olmasına rağmen kadavraları incelemeye dair takıntısı vardır. Kadavraları incelerken “kemiklere kabadayıların, kaslara meyhanecilerin adlarını veriyor, gülamlar ve köçeklere ise damarlar ve bağdokular kalıyordu” denir (Anar, 2012: 27). Utanır (2020: 531-32) bu hususta oldukça isabetli olarak şu tespitte bulunur:
Kabadayı, en az bir kemik kadar serttir ya da sert olmalıdır; o bakımdan kemiklere kabadayıların isimlerinin verilmesi uygun görülmüştür. Kaslara ise yine toplumsal manada, özellikle erkeklerin kullanım mekanlarının sahibi olması sebebiyle faydalı bir konumda olan meyhanecilerin isimleri verilmektedir. Damar ve bağdokular ise toplumsal algı çerçevesinde hiyerarşi sıralamasının daha alt konumlarında yer alan gülam ve köçeklerin isimlerini almaktadır. Gülam ve köçekler aynı zamanda kadınsılığın da sembolüdür. Yazar, kurgusundaki “kadın”ı “zayıf” ya da daha alttaki erkeklerden türetmiştir. Metinde, erkeklerin sahip olabildiği hiyerarşi temelinde bir algı ve sıralama mevcuttur”
Romanda ayrıca mekân kullanımlarından kaynaklı kadın karakterlere çok fazla rastlamayız. Bu yüzden daha çok kadınsılaştırılmış veya dönemsel açıdan belirli bir kalıba oturtulmuş erkek profilinin dışında karakterlerle karşılaşırız. Meyhanelerde hizmet eden kölelerin tacize uğraması gibi durumlar örnek olarak verilebilir. Ancak bu durum çift boyutludur ve olumsuz örneklere rastlamak mümkün olsa da tersi durum çok daha fazla ve daha derinliklidir. Örneğin casus ağını yöneten “Ebrehe”nin romanda beklenmeyecek açıklıkta ve netlikte, bulunduğu konuma göre düşünülen erkeklik ve maçoluk standartlarının altında tasvir edilmesi oldukça ironiktir. Hatta “Ebrehe”nin tasviri ile insanlarda yarattığı saygı ve korku arasında inanılmaz bir kontrast kurularak toplumsal erkeklik kalıpları altüst edilmiş ve roman kendi gerçekliğini yeniden yaratmıştır. Çünkü bu erkeklik algısından uzak tavrı ve görünüşü insanlarda onu çok daha korkulan bir insan yapmaktadır (Utanır, 2020: 532) Bu kontrast gerçekliği yeniden yaratmaktadır ve postmodern romanın özgül formülü bu noktada tekrar karşımıza çıkmaktadır (Narlı, 2009: 130).
Değinilmesi gereken önemli noktalardan biri de karakterlere yazılan tiplemelerin satirizm veya olumlama yoluyla okuyucuya ince bir şekilde aktarılmasıdır. Tiplemelerden biri direkt olarak dilenciler loncasının kethüdası “Hınzıryedi” karakteridir. Yazarın karakter için ördüğü açgözlü, üstlerine gerektiğinde yaltaklanan, maddiyata oldukça önem veren, bilginin değerini anlayamayacak kadar cahil tipleme oldukça dikkat çekicidir. Açıktan olmasa bile karşılaşılan durumlar ve karakterin maruz kaldığı olaylar esnasında bu tiplemeye yönelik ince satirizm fark edilmektedir (Anar, 2012: 97,100,104). Örneğin karakterin domuz etine karşı dayanılmaz ve engellenemez arzusu vardır. Domuz etine yönelik yazarın bu vurgusu karakterin şehvetini ve kontrolsüz arzusunu göstermek amacıyla yapılmış olabilir ya da casus teşkilatını yöneten Ebrehe’nin sınırsız bilgeliği ve bilgeliğin getirdiği mağrurlukla inandığı ve çabaladığı her şeyin aslında tamamen yalandan ibaret olması, oldukça ironiktir. Bu bilgeliği onu kıyamete karşı gelmeye ve hatta tövbe etmek yerine “onu nasıl atlatabilirim” sorusunun peşine düşmeye itmiştir. Ebrehe’nin kumarhanede bütün hilelerin arkasındaki gerçeği görmesiyle, sahte Mehdi’nin yakalanıp her şeyin aslında yalan ve hileden ibaret olduğunun anlaşıldığı bölüm beraber değerlendirildiğinde o ince satirizm fark edilmektedir (Anar, 2012: 167,205-210).
Bütün bu toplumsal yergiyi, direkt olarak odak noktası olmasa da politik yergi takip etmektedir. “Puslu Kıtalar Atlası” romanında kitabın çoğu zaman alt metinlerinde genelde odağa almadan görevini suiistimal eden Osmanlı bürokrasisi ve ona eşlik eden bir toplum vardır (Baykan, 2015: 32). Örneğin en basit örnek kuruluş amacından tamamen kopmuş casus teşkilatıdır. Yine ağır ve hantal bürokrasi yüzünden casus teşkilatının önceki liderinin padişaha ulaşamaması ve o padişahın liyakatten oldukça yoksun olması başka örneklerdendir. Kölelik kurumunun varlığı dahi belki de Anar’ın söylemlerinden bütün bir politik bütüne yönelik yergi taşımaktadır. Bünyamin’e verilen cariyenin acıklı durumunun veya köle pazarında hadımın fiyatını sürekli yükselten müşterilerin tasvirinin yazarın dünya görüşü açısından bir anlamı olmasının oldukça olası olduğu söylenebilir (Anar, 2012: 161,170). Kubelik’in hikâyesi ise hem temsil ettiği sembolik değer açısından hem de başlı başına bu oyunsu ve masalsı dünyadaki bir karakter olarak tam bir trajedidir. İstanbul’da yaşayan bir gayrimüslimdir ve Venedik balyosunun kâtipliğini yapmaktadır. İçki alışkanlığından dolayı kâtiplikten alınır ve Venedik’e dönmesi istenir. Yanlışlıkla esir tüccarlarının eline düşer ve Venedik balyosunun çabalarıyla zorlukla kurtulur. Daha sonrasında bir sokakta başına kerpeten atılmasıyla dişçiliğe başlar. Sonradan öğreniriz ki Kubelik insan anatomisini merak eden, kadavralarla araştırma yapmak isteyen biridir. Ancak bulunduğu toplumda bunlar çok büyük suçlardır. Romanın sonuna doğru bir gün yakalanır ve son olarak din değiştirmeyi de kabul etmeyince idam edilir. Bugünden bakıldığında sadece bilmek isteyen bu karakterin, yaptığı şeylerin suç olmadığını düşünürüz. Hatta canını tehlikeye atarak bilme arzusuna yenik düşmesini takdir bile edebiliriz. Aslında yazılan hikâyenin kendisi bile açık seçik bir yergi içerir. Kubelik karakterini okuyan kişinin kafasında karakterin bilme ve öğrenme aşkını temsil etmesi canlanmaktadır. Karakterin ölmekten korksa bile kadavraları toplamaktan ve onları incelemekten vazgeçmemesi karakterin bu yönünün yazar tarafından özellikle idealize edildiğini düşündürmektedir. Kubelik’in herhangi başka bir suçtan değil, bilme ve öğrenme aşkının sonucu olan toplumun gözünde suç olarak görülen şeyden idam edilmesi, tabuları yıkan ve kendi toplumlarında öldürülen bilim insanlarının akıbetlerini akla getirir.
Sonuç olarak “Puslu Kıtalar Atlası” bu incelemeye dâhil olan veya olmayan pek çok açıdan değerlendirilebilecek bir eserdir. Bu incelemede eserin felsefi-sembolik, toplumsal ve politik boyutu ortaya koyulmuştur. Eser, başka eserler gibi boyutları açıktan ifşa etmiyor veya derdini netlikle ortaya koymuyor. Aydınlanmacı tavrının olmaması, gerçek kavramının eserin içinde adeta oyunsulaştırılarak anlamının kaydırılması, bu bağlamların yakalanmasını zorlaştırsa da bu durum eserin herhangi bir şekilde felsefi, toplumsal veya politik bir tema içermediği anlamına gelmemektedir. Bu temalar postmodern romana özgü olarak alt metinlerde, satır aralarında, betimlemelerde bulunmaktadır. Puslu Kıtalar Atlası’nın masalsı ve fantastik boyutuyla, postmodern romanın en iyi örneklerinden biri olarak Türk Edebiyatı’nda yeni bir kapı araladığı rahatlıkla söylenebilir.
Kaynakça
Anar, İ. O. (2012). Puslu Kıtalar Atlası (47 b.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Baykan, A. (2015). Başkut Ve Zuckmayer’de Bürokrasi-Vatandaş İlişkisi. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 0(32), s. 29-46.
Narlı, M. (2009). Postmodern Roman ve Modern Gerçekliğin Yitimi. Türkbilig (18), s. 122-132.
Özgün, E. (2016). Puslu Kıtalar Atlası’nda Bir Alt Kültür Temsili: “Dilenciler Loncası”. Uluslararası Edeebiyat ve Toplum Sempozyumu (s. 291-297). Bartın: Bartın Üniversitesi .
Temizer, K., & Baş, S. (2021). Yazar-Metin-Okur Ekseninde Postmodern Anlatının Oyunsulaştırılması: Puslu Kıtalar Atlası Örneği. Edebî Eleştiri Dergisi, 1(1), s. 244-270.
Utanır, A. (2020). İhsan Oktay Anar’ın Romanlarında Erkekler ve Erkeklikler. Gaziantep University Journal of Social Sciences , 19(2), 526-542.
Yeter, G. B. (2015). Türk Postmodern Anlatılarında Modernizm Eleştirisi. Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
Yılmaz, E. B. (2011). Hikâye ve Romanlarda Sembol Dilinin Görüntüleri Üzerine Bir Değerlendirme. Bilig / Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 0(56), 45-56.