Doğa Ana şefkatle yetiştirdiği yavrularını karşısına almış öylece bakıyordu. Canlarının sıkkın olduğu yüzlerinden belliydi ama o dertlerini dinlemek için yavrularının ağzından çıkacak sözü bekliyordu. Toprak karşısında kupkuru olmuş, çatlak çatlak bir halde idi. Su kendini o kadar kirlenmiş hissediyordu ki toprağın yüzüne bakacak hali yoktu. Kafasını kaldırıp Doğa Ana’ya bile bakamıyordu. Hava kendini öyle kötü kokar bir halde Doğa Ana’nın karşısına çıkarmıştı ki kokusu etrafa yayılmasın diye rüzgarları büyük bir kuvvetle tutmuş ve sıcağın da etkisiyle o kötü kokuları bertaraf etmeye çalışıyordu. Ateş ise her zamankinden daha kuvvetliydi. Toprağın, suyun ve havanın aksine kendisini hiç olmadığı kadar kuvvetli hissediyordu. Öylesine hiddetlenmişti ki dünyada kendisine yoldaşlık eden üç kadim dostunu bu hale sokan insanların üzerine dünyanın çekirdeğinden öfkesini püskürtmek ve Doğa Ana’nın insanların hayrı için söndürdüğü tüm yanardağları eskisinden daha kuvvetli bir hale getirmek için yalvaran gözlerle bakıyordu ama Ana yüreği buna müsaade etmemek için bütün güzelliğini onun önüne sermiş ve öfkesine hâkim olması için tek oğlu olan ateşe adeta yalvarıyordu.
Sessizliği bozan Doğa Ana oldu. Yavrularına dönerek:
-Halinizi ve ne hissettiğinizi çok iyi anlıyorum. Ben anayım bağrımdaki yavrularımın derdini en iyi ben bilirim. Nazlı kızım Su, anlat bakalım bir de senden dinleyelim ne hissettiğini.
Su öylesine çaresizdi ki söze nasıl başlayacağını nasıl bu hale geldiğini ve onu bu hale sokan insanın ne kadar acımasız olduğunu anlatmaya söz bulamıyordu. Kendisini çok kirlenmiş hissediyordu. Üç dostuna Yaren olan Su, dünya yaratıldığından beri onlardan hiç ayrılmamıştı. Kendisine emanet edilen tabiatı el üstünde tutan kirleneceğine inanarak akar sudan bile yıkanmayan güzel insanları artık yanında bulamıyordu. Bu hale gelmeden önce çok güzel bir hayatı olan Su eskide kalan güzel günleri hatırına getiriyordu. İnsan onu bu hale getirmeden önce onun bir ruhu olduğuna inanıyordu. Az da olsa kirli işlere karışan insanların onu kirletmesine müsaade etmiyordu. Değil akan sudan yıkanmak onun içine yabancı bir madde bile atılmıyordu. Aksine etrafında pislik varsa temizlenir, su samurları ve kunduzlar haricinde suyun önünün kesilmesine bile karşı çıkarlardı. Kullanacakları suyu ihtiyaçları kadar alırlardı. O dönemler insan bu kadar teknolojiyi bilmiyordu. Su mevsimsel olarak taştığında ona karşı ihanet ettiklerini ya da suyu kızdırdıklarını düşünürdü. Taşmasını, çağlamasını, sellerini, hiddetlenmesi olarak algılarlardı. Kışın karlar eriyip de su yükselmeye başlamadan önce çadırlarına zarar gelmesin diye uğruna kurbanlar keser toylar düzenler, ağzı dualı ak sakallarını Tanrı’ya yalvarmaya, eli bereketli kadınlarını aş pişirmeye çağırırlardı.
Su bu hallerini o kadar seviyordu ki kendisine saygı ile davranan bu güzel insanları kalpleri bozulmadıkça hiç üzmemişti. Onlara ikramlarda bile bulunmuştu. Bazen zirvesi buzlu dağların arasında sıcak bir kaynak olup karşılarına çıkmıştı, bazen de kavurucu yaz sıcaklarında bir şelalenin ardında serin bir gölge olup nice aşıkları muradına erdiren gizli bir koruyucu olarak karşılarına çıkmıştı. Kendisine dünyalar güzeli kızlarından birini verdiği Türk Kağan’ı aklına geldi. Su Perisi ile karşılaşan Kağan’ın yüzündeki şaşkınlık dün gibi aklındaydı. Okyanuslara dökülen çocukları dibinde nice savaşlara şahit olmuş düşmanına karşı zafer kazanan yiğitlerin üzerlerini temizlemiş, soğuk pınarlarından kana kana içen Alplere derman olmuştu. Uğruna savaşlar verilen, canlar alınan, açlar doyuran, milletler besleyen, topraktaki çekirdeğe can verip onu insanlığın hizmetine sunan Su şimdi o eski kudretinde değildi. Buna hem kızıyor hem de bir umut besleyerek insanların bu hatadan döneceğine inanıyordu.
Su bunları hatırılarken yüzünde istemsiz bir tebessüm oluştu. Bu güzel tebessüm de Doğa Ana’nın gözünden kaçmadı. Suyun yüzü birden asılmaya başladı, şimdiki haline bakıp üzülmeye başladı. Bu hale nasıl geldiğini anlamıyordu. Etrafına bu kadar faydası varken içine düştüğü hali hazmedemiyordu.
Şimdiki haline bakınca aklına gelenler gerçekten ürkütücüydü. İnsan artık o eski insan değildi. Dünya küçücük bir kasaba haline gelmişti ki gerçekten öyleydi. Şimdi Dünya’nın bir ucundan diğer bir ucuna yirmi dört saat kısa bir sürede isteyen istediğini alabiliyordu. Sanayi ve teknoloji son derece ileri seviyedeydi. Suyun içindeki kirler bile yerden binlerce metre yükseklikten görülebiliyordu fakat Su artık temiz değildi. Dünya denilen kasaba o kadar fazla üretiyordu ki toklar doymuyor açlar ise sessizce ölüyordu. Bahtı kara toprakların çocukları içecek bir yudum su bulamazken sanayi ülkeleri kendilerine ihsan edilen güzellikleri hunharca tüketiyordu.
Fabrikaların atıkları, arıtılmadan denize dökülen kirli sular, mutfak lavabolarından bilinçsizce akıtılan yağlar, katı atıklar, çöpler, inşaatların molozları, sahil kesimlerinde daha fazla para kazanabilmek için doldurulan deniz kıyıları, hafriyat atıkları, denizden çekilen kumlar, denizlere kaçak yollarla atılan gırgırlar ile avlanan balıklar dünyada çok az millete nasip olan bir iç denizi salyalara boğmuştu. Su bu vesile ile dile gelmişti.
Daha fazla dayanamayan Su, Doğa Ana’ya baktı ve ağzından acı sözler dökülmeye başladı:
-Ana ben bunları hak etmedim. İnsanlar yaptıkları yanlıştan dönsün diye uyarmak zorunda kaldım. Yanlışım varsa affına sığınıyorum. Üzerimdeki bu salyalar insanların eseridir. Kendi pisliklerini görmeleri için ben bu pisliği dışarıya vurmak zorunda kaldım çünkü artık bağrımda tutamıyorum. İçimde yaşayan yavrularımın ölmesine artık göz yumamazdım.
Eskiden, salyalar akan bu masmavi bedenimde balıklar huzur içinde yüzerdi. Dibimdeki kumlardan yemyeşil bitkiler çıkardı ve bu bitkiler yavru balıklara yuva olur bunların içinde doğarlardı. Beni bu hale sokanlar yediğini bedenime atanlardır, doymayan para hırsı ile ciğerlerime atıklarını dolduranlardır.
Buradan ciğerlerine kokumu çeken, kıyımda sevdikleri ile vakit geçiren, bana bakıp şiirler yazan, aşkını bağrımda ilan eden, hüznümle üzülen ve sevincimle sevinen güzel yürekli insanlara sesleniyorum. Beni kirletmelerine artık müsaade etmeyin. Ben ne kadar temiz olursam siz de o kadar temiz olursunuz. Yediğiniz yemekten, içtiğinize, temizlenmenize kadar hakkım var. Ben artık doldum ve taşmaya başlıyorum. Beni nasıl tüketirseniz ben de size aynı şekilde cevap veririm.
Eğdiği başını gözleri dolu bir halde kaldırıp Doğa Ana’ya bakmaya başladı. Doğa Ana’nın içi parçalanıyordu fakat evladı üzülmesin diye ona belli etmemeye çalışıyordu. Su bunları anlattıktan sonra toprak çatırdamaya başladı, hava hissizleşmişti, ateş ise o kadar kızmıştı ki kıpkızıl bir hale bürünmüştü.
Doğa Ana evlatlarının bu haline üzülse de ana yüreği baskın gelmişti. Gözlerini toprağın üzerine getirdi. Toprak olacakların farkında bile değildi…