En Çok Okunanlar

Benzer Başlıklar

TULPA 2

Gecenin sessizliği ve karanlığı, çığlık sesleri ve bağrışmalarla bir kâğıt gibi yırtılmıştı. Köyün sokaklarındaki ölgün aydınlatma ışıklarıyla zifiri bir gürültünün yarattığı panik atmosferi her yeri esir almıştı. İnsanlar, deli gibi oradan oraya koşuyordu. Her biri ne zaman bir insana rastlasa, pompalı tüfek ateşlemişçesine geriye doğru tepiyor ve yüzünd dehşet duygusunun emareleri beliriyordu. Gözlen korkuyla kocaman açılıyor, “Defol buradan Allah’ın belası pis mahlûk!” diyerek geldikleri yönün aksine doğru kaçıyorlardı.

Kadir Usta, yatağından henüz kalkmıştı. Dışarıya kulak kesildi. Gürültüler, kulağında duvarın arkasından gelen belli belirsiz ses dalgaları gibi boğuk tınılar bırakıyordu. Vücudunun uyuşuk ve bitkin olduğunu fark etti. Üzerine ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Gözünün önündeki görüntüler iki de _bi bozulup tekrar düzeliyor, kimi zaman ölgün kımı zaman da parlak renkler, tuhaf şekiller oluşturup kayboluyordu. Sonra yeniden aynı şekiller tekrarlamak için beliriyorlardı. Yataktan kalkıp evı dolaşmaya başladı. Evdekileri bulup neler olup bittiğini öğrenmek niyetindeydi. Ama kimseyi ne yatağında ne de odalardan birinde bulamadı. Ya a zihni az evvelki gibi yine ona oyunlar oynuyordu. Bır süre tereddüt yaşadı. Sonra soluğu evin bahçesinde aldı.

Çevreyi bir sis bulutunun arkasından görüy r gibiydi. Bulanık görüntüler, odaklanma yapan bır fotoğraf makinesinin objektifinde beliren resimler gibi bir netleşip bir bozuluyordu. Görsel algısı tamamen bozulmuştu. Etrafındaki nesneler, bir ters duruyor bir düzeliyordu. Güçlü bir ışık gözlerine temas edince elleriyle gayriihtiyari yüzünü kapamaya çalıştığında kendisinde tuhaflıklar fark etti. Cildi pul pul olmuştu, yapısı ve rengi itibariyle bir sürüngenin derisine benziyordu. Gördüklerine inanamıyordu. Korkmaya ve giysisinin kollarını, yakasını sıyırıp vücudunun her yerini kontrol etmeye başladı. Tüm cildi yemyeşil bir pul tabakasıyla kaplanmıştı. O arada evinin sokağa baktığı  yolda  insanların  sağa sola kaçışmakta olduklarını gördü. Hızlı ve endişeli adımlarla sokağa attı kendisini.

Biraz ilerisinde öylece dikilmiş; öne arkaya, sağa sola sallanan birini gördü. Hızlıca ona doğru yürümeye başladı. Elini omzuna atıp kendisine doğru çevirdi. Gördüğü sima tanıdıktı:. Ama biraz sonra görüntüsü garipleşmeye başladı. ünce yüzü z dı ve ardından kulakları sivrildi. Sonra alından ıtıbaren yüzünü yeşil pullar kaplamaya başladı. Uzayan yüzünün alt kısmı öne doğru uzadı ve içinde sivri.ve irice dişler olan kocaman bir çeneye dönüştü. Gözlerıne inanamıyordu. Karşısındaki varlık bir ejderhaydı. Göz göze geldiklerinde kocaman ağzını açtı. Hem ağzından hem de iri burun deliklerinden ona ateş savurmaya hazırlanıyordu. Sendeleyerek geri geri çekildi ve koşmaya başladı.

Karşılaştığı kim varsa yüzü bir anda ejderha başı görünümü alıyor ve onu ateşiyle yakmaya çalışıyordu. Gözleri birden parıltılı bir sarı, yeşil, mavi veya kırmızı renk alıyordu. Derileri, yeşil bir pulla yosunun ağacı sarması gibi sarılıyor ve geriye tenlerinden eser kalmıyordu. Fakat bu varlıkların birbirlerini görmesiyle birlikte tıpkı kendisi gibi kaçmaya başladıklarını görünce şaşkınlık da duyuyordu. Uykuya yatmadan önce bıraktığı köyün yerini ejderha yuvası olan karanlık bir mağara almıştı adeta.

Sokağın ilerisindeki bir evin yanına vardığında biraz soluklanmak için durdu. Dalağının şiştiğini hissediyordu. Biraz olsun sakinleşmişti ki heyecanını zirveye çıkaran başka bir şey gördü. Az ilerisinde loş bir alanda bir kadın sırt üstü yatıyordu, kadın birden debelenmeye başladı. Kadının duyduğu çok şiddetli bir acıyla kıvrandığı ve debelendiği belli oluyordu. Neler olup bittiğini anlamak için gözlemeye devam etti. Biraz sonra kadının bacak arasından ejderha başlı küçük yılanların çıkmaya başladığını gördü. Çıkan her yavru başını çevirip kendisine bakıyor, tiz bir çığlık atarak ona doğru hızla sürünmeye başlıyordu. Bu halin yarattığı panikle yaslandığı duvarın yanındaki yoldan tekrar koşmaya başladı.

Az ileride iki adamın trans halinde dikilip tepeye doğru baktıklarını fark etti. Onların da başları yavaşça ejderha başına dönüşmüş ve ağızlarından çıkan ateşle köyün yanındaki çayırlığı ateşe vermişlerdi. Sonra deli gibi koşmaya ve her yeri ağızlarından savurdukları ateşle yakmaya başladılar. Bir an onları durdurmayı aklından geçirse de başındaki zonklama, kulağındaki tuhaf çınlama sesi ve gördüğü garip ama korkunç manzaralar bunu yapmasına engel oldu. Etrafa ateşler saçarak giden iki ejderha adamın arkasından bakarken bir çıngırak sesi duydu. Ürkütücü bir tıslama sesiyle arkasına döndüğünde biraz berisindeki evin çatısından devasa yılanların ağızlarını kocaman açarak onu yutmak için hazırlandıklarını gördü. Oradan hemen koşarak uzaklaştı.

Köyün meydanına vardığında mahşeri bir çılgınlığın yaşandığı tımarhaneye geldiğini düşündü. Her yer ejderhalarla doluydu. Kimisi ön ayaklarıyla kafalarını iki yanlarından kavrayıp deli gibi koşuyor, kimi çıktıkları evin çatısından kendini aşağıya bırakıyordu. Kimi yerde debelenirken üstünlerine üşüşen yılanlar ısırıp etlerini koparıyordu. Açtıkları deliklerden insanların içine girerek karınlarını davul gibi şişiriyorlardı. Sokak lambalarına dolanan devasa yılanlar, kedilerin ve köpeklerin peşine düşen büyük kertenkeleler, uzun çatallı dilleriyle yalanarak av peşinde dolaşan ejderler, ateşin renkleriyle loş ışıkta parıldayıp duran semenderler, gekolar, kelerler, varanlar, timsahlar, tuataralar… Büyük bir savaşın ortasındaki acımasız süvari birlikleri gibi birbirlerini boğazlıyorlardı. Uçmakta olan bir ejderha sürüsü de onları alevden bir girdabın içine çekerek yok ediyorlardı. Uccello’nun Battaglia di San Romana tablosu, doğanın tuvaline ve köyün duvarına sürüngenler, pullular ve yılanlarla yeniden çiziliyordu. Artık gücü tamamen tükenmişti. Uyandığında hissettiği mayhoşluk ve uyuşukluk hali son raddesine varmıştı. Kararan gözlerle toprağın sert zeminiyle tanıştı.

***

Kendine geldiğinde başı zonkluyordu. Hava halen karanlıktı. Eliyle ağrıyan başını tuttu bir süre. Sonra aklına son gördüğü o dehşetli manzara geldi. Hemen gözlerini araladı ve etrafına bakındı. Hatırladığı son şey bu meydanın büyük bir kaosa sahne olduğuydu. Birbirinden çirkin sürüngenler, yaratıklar ve canavarlar hınca hınç çevreyi sarmıştı. Fakat şimdi ise ortalık rahatsız edecek derecede sakin ve sessizdi. Tüm o gördüğü şeyler nereye gitmişti? Kendini biraz zorlayıp ayağa kalktı. Etrafa bakındığında köylülerin duvar diplerinde boylu boyunca yattıklarını gördü. Ne olmuştu onlara? Neden hepsi evlerinde değil de dışarıdaydılar ve öylece yatıyorlardı? Sonra birden aklına karısıyla oğlu geldi. Evden çıktığında onların ortada olmadıklarını hatırladı. Başlarına bir kötülük gelmiş olmasından korktu. Kendini toparlayıp etrafta onları aramaya başladı.

Her yerde köy halkından birilerinin yatan bedenleri vardı. Ölü olup olmadıklarını anlamak için nabızlarını kontrol etti. Hayır, ölmemişlerdi. Sadece baygındılar. İyi ama onlara bunu yapan şey ne olabilirdi? Biraz düşününce oğlunu bulduktan sonra fırınına döndüğünde olanlar geldi aklına. Kendisi için getirttiği küçük bir torbadaki çavdar mahmuzunun yerinde yeller esiyordu. Çıraklar onu da hamurun içine katmış olmalılardı. Yaşananların sebebinin ancak bu olabileceğini düşündü. Şimdi bunların sırası değildi. Karısıyla oğlunu bulmalıydı bir an önce.

Zihni bu düşüncelerle ve endişelerle doluyken az ileride karanlıktan meydana doğru yürüyen bir kadınla bir çocuğun siluetini belli belirsiz fark etti. Biraz yaklaştıklarında endişesi yerini sevince bıraktı. Bunlar eşiyle oğluydu. Ama hallerinde bir tuhaflık vardı. Kocaman açılmış gözlerle ve anlamsız, boş bakışlarla iki yana sallanarak trans halinde yürüyorlardı. Az evvelki sevinci yeniden endişeye tahavvül etti. Yanından geçip gittiler. Sanki onu görmüyorlardı. Ne kadar bağırsa, kollarından tutup sarssa da onun farkına varmıyorlardı. Yaşadığı endişeyi korkuya dönüştürecek şey henüz başlamamıştı.

Karısının ve oğlunun arkasından nereye gittiklerini görmek için peşlerine takıldı. Dikkatle onları izlerken sağında solunda bazı hareketlenmeler görüyordu. Neler olup bittiğini anlamak için bakışlarını etrafına yönelttiğinde yerdeki insanların yavaşça kalkarak yürümeye başladıklarını gördü. Onların yüzlerinde de tıpkı karısının ve oğlunun yüzündeki tuhaf hal vardı. Sağı, solu ve arkası yattıkları yerden kalkıp trans halinde köy meydanına doğru yürüyen insanlarla doluydu. Yaptığı hatanın büyük bedellere neden olacağına dair bir his doğdu içinde. En azından onları takip ederek yapacakları yanlış şeylerden uzak tutabileceğini düşünerek takibe başladı.

İnsanlar, delirmişçesine el çırpıyor ve sağa sola sallanarak aynı tempoda bir şeyler mırıldanıyordu. Ama ne söylediklerini anlayamıyordu. Belki de söyledikleri şeylerin bir anlamı yoktu. İçinde bulundukları garip ruh halinin veya halüsinasyonların neden olduğu saçma ve anlamsız sayıklamalardan ibaret olabilirdi. Biraz sonra hepsi köyün meydanında toplandı. Meydana varan diğerlerinin oluşturduğu devasa çembere dâhil oluyordu. Çember her geçen saniye daha da büyüyordu. Meydan artık tamamen köylülerin oluşturduğu içe içe geçmiş çemberler dizisiyle dopdoluydu. Sanki bir yerden emir alıyormuşçasına el ele tutuştular ve gözlerini kapatarak beklemeye başladılar.

Biraz sonra çemberlerin yukarısında siyah bir duman belirmeye başladı. Çemberlerdeki her bir insanın başından çıkan soluk mavi renkteki bir ışın demeti bu siyah dumana ulaşıyor ve bu dumanın oluşturduğu dairesel şekli gitgide büyütüyordu. Artık hepsi, başlarının tepelerinden çıkan ışın demetleriyle bu siyah bulut çemberine bağlanmıştı. Hepsi aynı şeyi düşünüyor ve zihin güçleriyle hayallerindeki varlığı ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu siyah bulut çemberi, bir daire şeklini almaya ve gittikçe yoğunluğunu arttırmaya başladı. Ortasında güçsüz bir kıvılcımı andıran minik ve soluk bir ışık topu oluştu. Bu top gittikçe büyümeye ve galaksinin uçsuz bucaksız bir köşesinden kopup gelmiş mini bir pulsarı andırmaya başladı. Işığı da gittikçe kuvvetleniyordu.

Oluşan ışık topu kocaman oldu; yoğun odaklanma ve düşünce geceyi gündüze çeviren ve hatta gözleri kör edecek kadar güçlü ışıklar saçan bir enerji haline geldi. Bu ışık topunun içinden bir ejderha kafası çıktı. Aşağıdaki insanlara şeytani bir bakış attı. Işık topu gittikçe şekil değiştirmeye ve ejderhanın kalan kısmını oluşturmaya başladı. Zihinlerdeki imgelem, gözle görülür ve elle tutulur korkunç bir varlık olarak tam tepelerinde kanat çırpmaya başladı. Çıkardığı tiz çığlıklar ve kanatlarının yarattığı rüzgar, bir kalgancıçak gibi köyün üstüne çöktü. Düzen, yerini kaosa bıraktı. Gök çığrısı dönmeye son verdi.

Kocaman kanatları, iri gövdesi, upuzun kuyruğu ve başı koyu yeşil pullarla kaplanmış bir zırhla örtülüydü. Bu pullar, zümrüt taşından yapılmış görünümüne sahipti. Başında iki büyük boynuzu vardı. Sırtı büyük çıkıntılarla ve dikenlerle kaplıydı. Boynu upuzundu. Gözleri alev kırmızısı rengindeydi. Yakut gibi camsı bir görünüme sahipti. Ayaklarındaki pençeleri, derisindeki zümrüdi pullarla birer murassa hançere benzer görünüm arz ediyordu. İyice göğe ağdı. Sonra köyün üzerinde birkaç kez tur attı. Attığı her turda tiz çığlıklar atıyor, karnındaki alevi daha da harlıyordu. Kuyruğuyla yere yakın geçtiği sırada toprağa darbe vuruyor, toprağın kazınmasına ve yerin sarsılmasına sebep oluyordu. Çığlık atarken dişlerinden damlayan asitler, değdiği her nesneyi eritiyordu. Ara ara kırbaç gibi şaklattığı kuyruğu, bu manzarayı daha da korkunç hale getiriyordu.

Ejderha gökyüzünde dolanıp köye doğru süzülmeye başladığında meydanda toplanan köy halkı da trans halinden çıkmıştı. Herkes neden orada olduklarını sorgulayan bakışlarla etrafına bakınıyor ve kendi kendine söyleniyordu. Gökyüzünde duydukları tiz bir çığlık, hepsinin dikkatini bir anda yukarıya çekti. Zihinlerinde yarattıkları ejderha, kanlı canlı bir halde ağzında hazırladığı ve her saniye daha büyüyen bir alev topuyla üzerlerine doğru süzülüyordu. Can havliyle ve panikle sağa sola kaçışmaya başladılar. En içteki çemberlerde yer alanlar, kaçmaya fırsat bulamamışlar ve  ejderhanın  püskürttüğü  alevlerle  birer  birer yanmaya başlamışlardı.

Ejderha, tekrar göğe ağdı. Uçarken bedeninin hazırladığı ateşi tekrar ağız kısmına doğru sürüp yeniden köyün üzerine doğru süzülmeye başladı. Püskürttüğü alevler, köydeki evleri ve sokakları ateşten bir gayya kuyusuna çevirdi. Kadir Usta da kaçanlar arasındaydı. Transtan çıkan oğlunu kucağına almış, karısını da elinden tutup köyün aşağısındaki dereye doğru koşmaya başlamıştı. Ejderhanın tekrar havalandığını gördü. Kendisiyle beraber aşağıya doğru koşan köylülerin üzerinden süzüldü. Biraz aşağıda yukarı bir manevra yapıp gövdesinden ağzına doğru çıkan alev kütlesiyle Üzerlerine doğru süzülmeye başladı. Gerisin geri koşmaya ve sağa sola dağılmaya başlasalar da nafileydi. Alevlerden kaçamayıp bir anda kendilerini birer ateş topu halinde bulmuşlardı. Kaçmayı başaranlar ise ejderhanın savurduğu kuyruğunda beliren ateşle alevler içinde havaya fırlıyordu. Derilerini kasıp kavuran ateşle çırpındılar. Bir süre sonra çırpınmaları, yerini birkaç kasılma hareketine bıraktı. Sonrası ateşle gelen ölümün kurum kokusuyla tütsülendiği bir karanlıktan başka bir şey değildi. Gün ağarmaya başladığında üzerinde dumanı tüten yanmış bir harabeden başka bir şey kalmamıştı. Ejderha ise son kez göğe ağmış ve ortadan yok olmuştu.

 

Bitti.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz