Velen’de yağmur vardı. Roach’un her adımı büyük bir balçık tabakasına batıyor ve hayvan neredeyse dizlerine kadar batmış olduğu çamurda sonraki adımını atabilmek için büyük enerji harcıyordu. Geralt, tükenmiş haldeki atını sakinleştirebilmek yahut bu işte daha vakıf olabilmesi için arada bir axii işaretini kullansa da Roach’un fiziki kabiliyeti buna daha fazla dayanamayacaktı. Hindhold’a az kalmış olsa Geralt’ın sonu iyi olmayacaktı. Çamurlar içinde bir Witcher’ın pek de iyi dövüşemeyeceği aşikardı. Üstelik bu Witcher’ın dövüşeceği yaratık ne tek başınaydı ne de kolay kolay kılıçtan geçirebileceği tiptendi. Hindhold’a gelmeden önce uğradığı handa çevrenin endregalarla dolduğu ve hatta bu endregaların tuhaf bir şekilde sarı renkte olduğu anlatılıyordu. Ya handakiler endrega nedir bilmiyor ve başka bir yaratığı endrega olarak tanımlıyor ya da sahiden onlar sarı endregalardı. Bu, bir büyücünün mü işiydi, yoksa Gaunter şeytanı muhteşem dövüş şöleni için sarı renkli endregaları özel olarak mı seçmişti?
Geralt aklında Elluvandrel’in çaresizliği ile çamurların içinden olabildiğince çabuk Hindhold’a vardı. Ağaçların dalları patika yolu kapatmıştı ve bu terkedilmiş küçük kale görünümündeki yer en son gördüğünden çok daha küçüktü. Büyük Yelen depremi diye andıkları olay, Hindfold’un en üst katını kökten yok etmiş; düzleşen alana da devasa bir leylek yuva yapmıştı. Siyah gagalı leylek diye bilinen bu tür, lanetlenmiş birçok yaratığa karşı doğal savunma gibiydi. Gagası en keskin kılıçlarla dahi kırılamayacak kadar gelişmişti.
Geralt, kafasını siyah gagalı leyleğin yuvasına dikti. Leylek tek değildi, üç de yavrusu vardı. Bu dişi leylek olmalı diye düşündü. Leylek tam o sırada hudutları gözleyen kafasını Geralt’a doğru çevirdi. İşte şimdi göz gözelerdi. Geralt bir adım daha atsa, hatta birazcık bile kıpırdasa neler olacağını biliyordu. Açık bir şekilde tek bir igniyle hayvanı hayli leziz bir et yığını yapabilirdi, ama Velenliler pek sevdikleri, yer yer onuruna yemek dahi verdikleri bu hayvanı öldüren bir Witcher’a karşı acımasız davranabilirlerdi. Geralt içinden kuşa sövmeye başladı.
“Benimle uğraşma siyah gagalı kuş, Velenlilerle senin yüzünden aramız bozulsun istemiyorum.”
Kuş hiç anlamışa benzemiyordu. Yerinden doğruldu, yavruları yüksek sesle ötmeye başladı. Anne kuş yüksek sesle çığlık sesine benzer bir ses çıkardı ve yavrular sustu. Bu net bir şekilde bölgemden defol demekti. Geralt, kuşu daha iyi seçebilmek için elini gözlerine siper etti. Kuş bu hareketi düşmanca bir tavır olarak algıladı ve harekete geçti. Önce Hindfold’un önüne kondu, ardından kanatlarını açtı ve bağırmaya, daha doğrusu siyah gagalı leylek çığlığı atmaya başladı. Geralt’ı korkutmaya çalışıyordu, ama bir adım bile ilerlemiyordu. Kısa süre sonra dişi kuş çırpınmayı bıraktı, yağmur sesi azaldı ve bu sırada başka kanat sesleri duyuldu.
“Şimdi bir değil, iki bela var başımda,” dedi Geralt. Siyah gagalı erkek leylek, Geralt’ın arkasına konmuştu. Erkeğe doğru koşarsa ve önce erkeği öldürürse belki dişi kuşun gözünü korkutur, onu kaçırabilirdi, ama erkeğe doğru gittiği sırada dişi kuş da kendisine doğru gelirse tepede bekleyen yavrular için trajik bir son doğabilirdi. Annesi babası ölmüş siyah gagalı leylekleri kim yetiştirecekti? Velen’de bu iş için kimse hazır beklemiyordu. Ülke yıllar boyu süren işgallerden bıkmış usanmıştı. Belki kendilerine soyluyum ben diyenler bir fantezi hayvanı olarak bu hayvanları besleyebilir, böylelikle saygınlıklarını arttırabilirlerdi. En kötüsü ise yağmur diner dinmez solucanlar ve salyangozlar gibi ortaya çıkan tüccarların bu yavruları görmesiydi. İşte o zaman kılıç yapımında kullanılsın diye kuşları henüz öldürmeden gagalarını koparır, onları ölüme terk ederlerdi. Geralt; “Yavruları da öldürmeliyim,” diye düşündü. “Onların iyiliği için. Kucağımda üç siyah gagalı leylek yavrusuyla Velen’de hiçbir köye giremem. Köylünün taşını yüzümde hissetmek ve yeni bir Blaviken yaratmak istemem. Hem artık bu iş için yaşlı sayılırım.”
Geralt, son bir şans verdi kuşlara. Yüksek sesle ‘defolun’ diye bağırdı. Kuşlar, Geralt’la aynı dilikonuşamıyorlardı. Karşılık olarak bağırdılar ve dişi leylek saldırıya geçti. İşte bu, Geralt’ın düşünmediği bir hamleydi. Erkek leyleğe doğru koştu, o koştukça erkek leylek geriye doğru gidiyordu ve gittiği yer patikanın dışıydı. Nihayet erkek leylek durup kanatlarını açtığında Geralt igni işareti yapmak için elini hazırladı ve arkasındaki dişi için de kılıcını eline aldı. Tam erkek kuşu lezzetli bir öğle yemeğine çevirecekti ki müthiş bir takla atıp hayli derin bir çukura düştü.
Bu, ölüm çukuruydu. Siyah gagalı leyleklerin tek meşhur yanı gagaları değildi. Hayli zekilerdi. Ölüm çukurunun yarısına kadar su dolmuştu ve en az dört metre yüksekliği vardı. Geralt bu kuyuya ilk düşen olsaydı belki bir yerlerini kırabilirdi, ama kendisinden önce bu çukuru boylayan onlarca ceset olduğu için şanslı sayılırdı. Cesetlerin suyla birlikte şişmiş bedenlerinin üzerine yumuşak bir iniş yapmıştı.
“Herhalde hissettiğim en kötü koku bu,” diye düşündü. Kılıcı elinden fırlamış Nilfgaard zırhı giymiş, askerin sırtına saplanmıştı. Kılıcını aldı ve kınına koydu. Tuniğinde sıkıca yerleştirdiği iksirlerden birine elini uzattı. Suyun altında uzun süre nefes almasını sağlayacak iksiri içti. Büyük çukurun dibi bir yere çıkıyor olmalıydı. Dibe daldı, sağı solu yokladı, her yere bakındı, ama çürümüş et yığınları dışında hiçbir şey yoktu. Burada sıkışıp kalmıştı. Tepesinde de siyah gagalı iki leylek kendisine bakıyordu. Yüzlerinden hiçbir ifade okunmuyordu, ama insan olsalar muhtemelen bu aciz Witcher için büyük kahkahalar patlatırlardı.
Geralt’ın önünde üç seçenek vardı: bunlardan ilki tırmanmaya çalışmak, ikincisi beklemek ve zihnini açık tutmaya çalışmak, üçüncüsü ise Triss Merigold’un kısa süreli havalanma büyüsünü deneyerek kuyudan çıkmaya çalışmak.
Seçimleriniz hikâyeyi etkileyecektir.
1.Seçim: Geralt, tırmanmaya çalışır.
Geralt, kılıcını çamura saplayarak tırmanmayı denedi, ama toprak o kadar kıvamsızdı ki kılıç içine hızlıca batıyor ve aşağı doğru kayıyordu. Kılıcı saplamadan ellerini bir kedi pençesiymiş gibi kullandı, fakat bu işte de başarısız oldu. Ne yaparsa yapsın otuz santim yukarıya çıkamıyordu. Üşümeye başlamıştı. Çukur su doluyordu, ama o kadar yavaştı ki bu hızla giderse tamamen dolması üç günü alırdı, tabii yağmurun bu süre içinde kesilmemesi gerekiyordu. Bütün gücünü tırmanma işine harcamıştı. Hatta defalarca kısa mesafeden düşmüş olsa dahi arada bir sert zırhlı ölü askerlere çarpıyor, ardından küfrü basıyordu. Bir keresinde neredeyse baldırını Temerya hançeri ile yırtacaktı. Neyse ki başına öyle kötü bir şey gelmemişti. Hem kan kaybedip hem de üşümesi daha büyük sıkıntıları beraberinde getirebilirdi, ölüm gibi.
İsmi anılmış kahramanlarda olduğu gibi ölüm de duyarcasına oraya gelmişti. Gaunter kuyunun başından Geralt’a bakıyordu. Geralt, ölü bedenlerin arasında çaresizce duruyordu. Gaunter’e gözlerini dikti. Eline geçse şeytan yahut tanrıdır demeyecek kılıçtan geçirecekti.
“Yaşlı Witcher susamış olsa gerek,” dedi. “Kana susadığımı anlamışsındır,” diye cevap verdi Witcher.
“En az benim kadar,” diyerek mırıldandı Gaunter. Geralt bunu duysa da tam olarak anlamamıştı. Gaunter elinde tuttuğu elf okunun başını okşamaya başladı. Ok yeterince keskindi, ama Gaunter’e işlemiyordu. Oku elinden bıraktı, ok havada salınıyordu. Kısa bir süre sonra yükseldi, yükseldi, yükseldi ve nihayet bütün hızıyla Geralt’a doğru yöneldi. Geralt, bütün gücü ve hızıyla suyun altına daldıysa da ok sol omzuna saplanmıştı. Yüzeye çıktı.
“Ne istiyorsun?” diye sordu.
“Huzurlu bir ölüm, her zaman istediğin gibi,” diye yanıtladı Gaunter. “Bazı elflerin, özellikle kendilerine saf elf biziz diyenlerin, son yıllarda Witcher türüne karşı epey zalim olduğunu biliyorsun Geralt. Peki, kolay kolay zehirlenmeyen, neredeyse her şeye karşı bağışıklığı olan Witcherlar için yarattıkları zehirden haberin var mı? Sanırım yok, ama ilk elden deneyimliyorsun. Sana bir de müjdem var. Çok hızlı öldürüyor. Çocuğuysa düşünme, onun hayatını çoktan bağışladım.”
Gaunter, kuyunun başından ayrıldı ve yürümeye başladı. Geralt nefes alamıyordu. Gözleri görmüyordu, kulakları sağırlaştı, elleri hissizleşti. Bir süre sonra suya battı. Dibi gördü ve yukarı çıktı. Ölü bir Witcher siyah gagalı leyleklerin kurduğu tuzağa düşmüş ve hayatını kaybetmişti. Onu bir daha gören olmadı. Efsane Witcher yıllar içinde Dandelion’un satırlarında yaşayan huysuz bir karakter olarak kaldı. Ölümünün, daha doğrusu ölüm şeklinin, duyulmamış olması Geralt için hayli iyi olmuştu.
2.Seçim: Geralt bekler ve zihnini açık tutmaya çalışır.
Geralt annesini düşünmeye başladı. Kendisini bir Witcher’a bırakırken yaşadığı ızdırabı. Son sözlerini. Onu hayal meyal hatırlıyordu. Yüz şekli yoktu, bir büyücü müydü, yoksa sıradan insan mı? Babası İse hiç hatırında yoktu. Sanki biri özellikle hafızasına girmiş, beyninin kıvrımlarında ilerlemiş ve onu oradan silivermişti. Witcher olmasaydı nasıl bir insan olacağını düşündü. Bir köylü yahut bir asker, eğitimli bir büyücü… Hangisi kendisi için daha uygun olurdu? Çocukken hastalıktan ölür müydü? Ne hastalığı geçirirdi? Belki yanlış yerlerde dolaştığı için sırtına bir ok yerdi, belki de masalsı bir yaratık paramparça ederdi bedenini. İyi bir asker olabilirdi, parıldayan zırhları seven kral koruması… İşte bu kendine yakışırdı. Çift kılıç olmasa da iki elini dolduran tek bir kılıç da iş görürdü. Peki ya ilk savaşında ölen zavallı bir süvari? Henüz savaşa girmeyi bile başaramamış, ilk hücumda oku kafasına yemiş… Her şey olabilirdi, ama Witcher olmuştu. Kuyunun dibinde ölümü bekliyordu.
Ölüm, adının söylendiğini hisseder hissetmez kuyunun tepesinde belirmişti. Elinde iyi yontulmuş bir elf oku duruyordu. Gaunter bu okun metal kısmını başparmağıyla ovuyor, o sırada da Geralt’a alaycı bakışlar fırlatıyordu.
“Senden Witcher dışında hiçbir şey olmazdı Geralt,” dedi sonra.
“Bunu yalnızca kader bilebilir.” diye cevap verdi Geralt.
“Kader, evet, kader benden fazlasıdır” dedi Gaunter ve kuyunun başından uzaklaştı. Bir süre sonra kuyunun dibine doğru bir halat fırlattı. Geralt’ın kaderi avuç içlerinde kendisini yukarı doğru taşıyordu.
3.Seçim: Geralt, Triss Merigold’un büyüsünü dener.
“Etna kazam, la halla kazavarda, etna kozan, la hella kavazarda, etna kalaz, la havva, kalazarda…”
Geralt bilmediği bir dilde bilmediği sözcüklerle Triss Merigold’un pek sık yapmadığı büyüyü yapmaya çalışıyordu. Büyü konusunda işaretlerin ötesine geçememiş bir Witcher olarak boyundan büyük bir işe kalkışmıştı. El hareketleri nasıldı? Başparmak mı bükülecekti, yoksa işaret parmağı mı? Sahi böylesi saçma bir işe neden girişmişti ki. Denedi ve denedi. Çok sık konuşmayan karakteri, uzun uzadıya diyaloglar kurmasa da kuyunun dibinde değişmişti. Son bir kere daha diye diye kaç kere bu tuhaf lafları tekrarladığını unutmuştu ki ölüm tadında bir kahkaha kuyunun başında yankılandı.
Gaunter O’Dimm elinde bir halatla bekliyordu. Geralt ile göz göze geldiler. Şimdi ne olacak bakışlarıydı bunlar.
“Meslek değiştiriyorsun herhalde Witcher. Aretuza’nın nimetlerinden faydalandığın yetmedi, bir de büyüsünü tatmak istiyorsun değil mi? Ama o işler bir Witcher’ın boyunu fazla aşar. Kendine bir cinnis bağlasan dahi büyü yapabilmen için mucize gerekir. Ne bunun için eğitimin var ne de doğrusunu söylemek gerekirse o kadar zekisin. Kaba bir vücudun var, yine de denemen büyük cesaret. Biliyorsun, bu dünya yanlış sözleri söyleyip başına türlü iş açanlarla dolu. Öte dünyadan yaratıklar getirenler mi dersin, kendisini küçük bir domuzcuğa çevirenler msi…”
“Biliyorum, biliyorum… Benimle kuyu başı muhabbet etmeye mi geldin şeytan?” diye karşılık verdi Geralt.
“Adımın şeytana çıktığını bilmiyordum, bunu öğrendiğim iyi oldu,” dedi Gaunter ve elindeki halatı Geralt’a uzatıp arkasını döndü, gitti. Geralt halata tutunarak çıktı, kuyudaki ölüm yüzünü yeryüzündeki ölüme çevirmişti.
Devam edecek…