Özellikle üniversite yıllarımda gözüme çarpan ve son zamanlarda daha da kafamı kurcalayan eleştirel düşünce konusunu açmak istiyorum sizlere. Bilindiği gibi bizde şöyle bir söz vardır; meyve veren ağaç taşlanır. Bizim toplumumuzdaki eleştiri anlayışını da buna benzetiyorum. Ne eleştirinin ne olduğunu biliyoruz ne de nasıl yapılacağını. Eleştirilmesi gereken konularda ketum davranıyoruz, ancak insan haklarından fizik kanunlarının varlığına kadar birçok şeyi, sözüm ona “kendi çapımızda” tartışıyoruz, eleştiriyoruz. Fakat bunlar şimdilik bir kenarda dursun keza konumuz edebiyat …
Benzer tavırları edebiyatta da görmek mümkündür, çağımız edebiyatımızda da kolay kolay yaşayan bir yazarın kitaplarının, şiirlerinin veyahut herhangi bir yazılı metninin layığı ile eleştirilebildiğini göremezsiniz keza kendinin bir yerlerden çıkıp “hop birader, sen kimsin de beni eleştiriyo’sun” şeklinde bir isyanda bulunma ihtimali vardır. Hâlbuki “eleştiri” kelimesini olumsuz addetmek anlamsızdır keza sınanmamış bir akıl ve sorgulanmamış bir hayatın ne kadar sağlıklı ilerleyebileceği konusunda muallaktayım. Bir diğer anlamı “tenkit” olan bu kavram, Arapça “nakd” kökünden gelir; değerlendirmek, değer katman anlamını taşır. Buna karşın bizim eleştiri kültürümüzün, bu kelimenin anlamını pek kavrayamadığı kanaatindeyim. Bunun en büyük örneklerinden birisi de edebiyatımızın en belirgin eleştirmenlerinden birisi olan Nurullah Ataç’ın -kızı Meral Tulluoğlu’nun aktardığı kadarıyla yaptığı eleştirilerden dolayı sokakta dayak yemesidir. Politik eleştirinin muhtemelen en iyi icracısı olan, döneminde toplumun birçok kesiminin antipatisini kazanmış ancak özellikle yakın geçmişte söylemleri bir kere daha yad edilmiş olanAziz Nesin’in yaşadıklarını anlatmaya zaten gerek yok… Bu “eleştirel” gibi görünen ancak aslında “yargılayıcı” olan üslubu toplumun birçok kısmında kolaylıkla görebilirsiniz. En basitinden bir esnafa gidip muhabbet ettiğinizde adam diğer esnafa olan üstünlüğünü “bak benim malım şöyle iyidir, böyle güzeldir” diye değil de “biraderim zaten onun malı şöyle kötü, bunun malı ise şöyle çirkin” şeklinde bir geri dönüş alıyorsunuz yahu… Kısacası birilerinin egosuna toslamanın çok kolay olduğu bu atmosfer, sadece bu edebi türün değil aynı zamanda birçok türün de gelişmesinde engel teşkil etmektedir.
Fantastik edebiyat içerisindeki durum da budur; eleştirmiyoruz ve eleştirilemiyoruz, eleştirinin bir güzellik olduğunu unutuyoruz. Fantezi tarzda edebiyatın en büyük mücadelesinden birisinin gerçekle temasının az olduğu fikri ve bundan dolayı da -bir anlamda- fuzuli olduğu sonucuna varan çıkarımlar olduğunu hatırlamak lazım. İşte tam da bu çıkarımlara cevap verebilmek ve fantastiğin önemini ve değerini anlatmak için eleştiriye önem vermeliyiz. Eleştiriye önem verilmediği takdirde olacak olan şey çok net; bir toplumun en önemli mirası olan, kültürün taşıyıcısı olan dilin ve bu mirasın çıktılarının, politik doğruculuk kisvesi altında oluşan dil faşizmine terk edilir. Bu durum da toplumun sorunlarının dilin altında gizlenmesine ve sadece güzelleme ile sorunlardan kaçılmasına yol açar. Bir bireye gidip “kör” demeyiz de “görme engelli” deriz ancak o kişinin hayatındaki hiçbir şeyi kolaylaştırmaya çalışmayız fakat sorunu jargonun altına gömdüğümüz için ufaktan da bir rahatlarız. Eğer edebiyatta da eleştiriden korkarsak ve bunu tabu haline getirirsek insanlara ne estetik bir keyif sunabiliriz ne de herhangi bir sorunu çözeriz ve masalları “çocuk işi” olarak adlandırmaya, fantastiği kaçıştan ibaret bir janraya olarak tanımlamaya devam ederiz. Bununla birlikte asla çeliştiğimiz zaman zulme uğradığımız gibi bayağı bir yanılgıya düşmemize de izin vermemeliyiz, yazar ve eleştirmen Ralph Waldo Emerson’ın da dediği gibi…
Yazımı daha fazla uzatmadan, benim de ileride küçük-büyük ayırt etmeden eleştiri yazıları yazacağımın ifadesi ve bunun yaygınlaşması dileği ile sonlandırmak istiyorum. Gerek eleştiri konusundaki görüşlerime gerekse yazılarımdaki argümanlarıma da eleştirilerinizi yöneltin lütfen. Sağlıklı günler dilerim…