İngiliz ressam Turner, “Dünyayı işaretler aracılığıyla, kendimizi simgeler aracılığıyla algılarız.” der. İşaretler birebir, tek bir anlamı ifade ederken; simge, anlamlar bütününü ifade etmektedir. Bir nesneyi birebir işaret etmek yerine bir anlam ilişkisini vurgular. Bir simgenin içerisinde onu tanımlayan olgu çerçevesinde oluşmuş pek çok anlam saklanmaktadır.
Simgeler, çok anlamlı bir yapıya sahiptir. Bu nedenle bir simgeyi tanımlamak son derece güçtür. Simge, oluşum sürecinde geçtiği her toplumdan, tarihin her döneminden üzerine bazı anlamlar yüklenebilir. Dolayısıyla bir simgenin hangi konumda, hangi anlamı vurguladığı üzerine fikir yürütmek için söz konusu kültürü iyi tanımak ve o kültürün simgeye yüklediği anlamı bu bağlamda çözmek, anlamlandırmak gerekir. Simgesel düşünme, kültürel bir eylemdir. Kültür ise Homo Sapiensler’in kurgu üretme becerisi sonuncunda ortaya çıkan simgesel ağlar bütünüdür desek yanlış olmaz. İnsan, kurgulayan ve tasarlayandır. İnsanın kurguladıkları kültürü meydana getirir. Kültürün içinde oluşan şeyleri çoğu zaman isimlendiririz, yani simgeleştiririz. Kısaca kültür simgeseldir ve kültürü anlamak, kültürü çözümlemek için simge bilgisine ve simge çözümlemesine başvurmak zorunda kalırız.
Ritüeller ve inançsal söylemler de simgesel kalıplardan oluşur. Onları doğru anlamlandırmak simgesel çözümlemeyi doğru yapabilmekle mümkündür.
İnsanın dünyası, kabının genişliğiyle doğrudan orantılıdır. Başka bir ifadeyle insanın bilgisi, iletişim kanallarının erişim alanıyla sınırlıyken becerisi ise bunları icraata dökebilme olanaklarıyla sınırlıdır. Kapalı ve küçük bir toplumda yaşayan insanın dünya görüşü ile iletişim kanallarını yoğun olarak kullanabilen, dış dünyaya açık ve çeşitlilik içeren büyük bir toplumda yaşayan insanın dünya görüşü aynı olmayacaktır. Günümüzde bilişim devrimi sonrası oluşan yenidünyada, iletişim teknolojisinin sunduğu imkanlar ile sınırlar adeta kalkmıştır. İnsanın etnosantrik özelliği, dar iletişim olanağı sağlayan kapalı toplumlarda öğrenilen simgesel kalıpların sadece kendi toplumlarına ait olduğu düşüncesini geliştirmelerine neden olur. Oysa iletişim olanaklarını yoğun olarak kullanabilen açık toplumlar daha az etnosantrik davranmakta ve daha paylaşımcı olabilmektedirler. Nevruz simgesi de tek bir topluma mal edilemez ve Nevruz işlevsel açıdan ele alındığında benzer sorulara benzer cevaplar veren birçok toplumun kültürel simgesidir denilebilir.
Doğanın sistemli bir dönüşüm içinde olduğunu izleyen, günübirlik yaşam savaşı veren, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen Homo Sapiensler için soğuk ve verimsiz kış ayları çok çetin geçmekteydi. Avlanmak ve doğanın uykuya yatmasıyla toplayacak besin maddesi bulmak son derece zorlaşırdı. Sağ kalmayı başarabilenler için doğanın canlanmasını izlemek, ilkbaharın gelişini görmek inanılmaz bir mutluluk kaynağıydı. Bu olay, kendilerine “aşkın” olan yüce varlıkların, onlara kendilerini hatırlatmasaydı. Dolayısıyla akıllara sığmayan, bu üstün güçlere, bu yüceliklere, aşkınlıklara, şükranlarını sunmaları gerekmekteydi. İşte bugün Nevruz adıyla kutladığımız bayram, ilksel zamanlarda atalarımızın çetin kış döneminde yaşam savaşını kazanıp, kurtulabilenlerin kutladığı “kurtuluş bayramı” idi. Yeni bir dönem gelmişti, doğa canlanıyordu, bereketli günler yeniden doğuyordu. Yeni bir gün geliyordu. İşte bu nedenle “nev-rfız” (yeni gün) adı bu kutlamayı ve amacını güzel bir şekilde vurguluyordu.
Nevruz, hiçbir milletin tekelinde olmayıp tüm insanlığın ortak paydada buluştuğu evrensel bir uygulamadır. İçerisinde barındırdığı anlam ve verdiği nihai mesaj aynı olmakla birlikte bu bayram her toplumda o toplum için kurtuluş, yeniden doğuş, bereket anlamlarına sahiptir. Nevruz, toplumun dünyayı algılayışıyla şekillenip farklı renklerle bezenerek bir harmoniyi oluşturan kutlamalar yapılmıştır.
Tarih içinde çeşitli coğrafyalarda doğanın canlanışı dönemine denk gelen ve hep benzer olguları vurgulayan bayram niteliğinde kutlamalar olagelmiştir. Her inanç grubu veya ulus, kendi kurtuluşlarının simgesi haline gelen efsane veya efsanevi kişiliği bir şekilde bu doğanın kurtuluşu, yaşamın dirilişi simgesiyle özdeşleştirmiş ve kutlamıştır.
Türkler için, Türklerin kurtuluşunu simgeleyen, “Ergenekon Destanı” adıyla bilinen kaybedilen bir savaş sonrası var olma mücadelesi ve Köktürklerin sığındıkları derin bir vadide 400 yıl boyunca çoğalıp büyüyerek vadiye sığamaz olunca ve vadiden dışarı çıkarak kaybedilen vatan topraklarını ve atalarının 400 yıllık ahlarını almak istediklerinde şaman bir demircinin önerisi ve önderliğiyle Demir Dağı erittikleri ve vadiden çıkıp, tekrar ata yurtlarını ve istiklallerini elde ettikleri gündür (Ögel, 2003). 17. yüzyılda yaşayan, Şecere-i Terakkime adlı eserin sahibi Özbek hanı Ebül Gazi Bahadır Han, bu olayı şu şekilde aktarır: “Tanrı’nın gücü ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar. ” Bugün Nevruz adıyla kutladığımız Türk Ergenekon Bayramı’nın muhtemelen İslam öncesi kutlamaları hakkında ise yine Ebül Gazi Bahadır Han’ın verdiği bilgiler, “O günden beri yeni yılın başladığı gece Köktürk’lerde adettir. O günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra Beyler de öyle yapar. Bugünü mukaddes bilirler, böylece Tanrı ya şükretmiş olurlar. “şeklindedir (Acaloğlu, 2020).
Nevruz Bayramı, Türklerin inanç sistemlerinde önemli yeri olan, atalar kültünün, ocak kültü ve ateş kültü ile etkileşiminin oluşturduğu bir simgesel bütünlüğü ortaya koyar. Ata ruhlarının tarlalara ekilen ürünlerin verimli ve bereketli olmasında, hayvanların sağlıklı ve verimli olmasında, insan soyunun çoğalmasında önemli rol oynadıklarına inanılmaktadır. Bu alanlarda ataların yardımlarını sağlamak amacıyla da onlara yakarmak, onları mutlu etmek isteği doğrultusunda bazı etkinliklerde bulunulur.
Örneğin, ata ruhları için kurbanlar kesilir; yemekler, meyveler sunulur; ölmüş ataları simgeleyen maskeler takarak, töslere* yağlar damlatarak canlandırmalar yapılır ve onların anısına büyük bengü taşlar dikilirdi. Bunlar genellikle doğanın canlanışı olarak kabul edilen baharın giriş günlerinde yapılır ve kıştan kurtuluş, ölümden diriliş simgelemeleriyle birleşir.
Çeşitli Türk boylarında Nevruz törenine bağlı olarak yapılan kutlamalarda ateş yakma, ateşten ve sudan atlama, su ile ilgili birtakım uygulamalar dikkat çekmektedir. Türkler, çok eski dönemlerden beri doğayı canlandıran, toprağı ısıtan güneşe ve onun yerdeki işareti sayılan ateşe saygı duymuşlar, yaşamın temeli olan aileyi “ocak” terimi ile ifade etmişler, “ocağın tütmesi”, “ocağın yanması” için dualarda bulunmuşlardır. Nevruz’da, bir nevi temizlenmek, günahlardan arınmak ve çeşitli hastalıklardan korunmak için ateşten atlanır. Atlanırken de; “Ağırlığım, uğurluğum bu odda kalsın” veya “ağırlığım, uğurluğum gel / gada, bela bizi terk et” şeklinde alkışlar(dualar) edilir. Böylece bütün hastalıkların, günahların ateşe dökülmesi istenir. Bu yönüyle, ateşten atlayan kişi, her türlü hastalık ve günahtan arınarak, yeni doğmuş bir insan kadar sağlıklı ve dinç olacaktır.
Türk boylarının birçoğunda Nevruz kutlamaları esnasında arpa, buğday, mısır gibi tahıllar yeşertilerek ve ekilen tahılın yeşermesi sonucu etrafına kırmızı bağlanan ve adına “semeni” (yaşam otu) denilen bir süs hazırlanır. Semeni, Nevruz’un olmazsa olmaz sembollerindendir. Burada toprağın yeşermesi canlandırılır. Nevruz deyince akla ilk gelen uygulamalardan biri de rengarenk boyanmış yumurtalar, yumurta yarışları, yumurta tokuşturma gibi uygulamalardır. Yumurtanın Nevruz kutlamalarında karşımıza çıkması tesadüfi olmayıp simgesel bağlama yerleştirilmiş bir uygulamadır. Yumurta, tahıl ve tohum gibi ürünler, çoğalmayı ve soyu simgeleyen hayati unsurlar olması sebebiyle yaşamın başlamasını, dirilişi simgelemektedir.
Yine nevruz kutlamalarında karşımıza çıkan bir aş olan “Nevruz Köje” olarak adlandırılan çorba, Nevruz Bayramında kurulan sofraların en kıymetli yemeklerinden biridir. Bu Nevruz çorbası, yedi farklı yiyecekten yapılmaktadır; yedi sayısının uğuruna, bolluk ve refahın simgesi olduğuna inanan Türk boylarında çorbaya katılan yiyeceklerin en az yedi tane olmasına dikkat edilmiştir.
Sonuç olarak, bugün Nevruz adıyla kutladığımız bayram, tüm dünya kültürlerinde kutlanan, paylaşılan ve evrensel bir mesajı bağrında saklayan bir bayram niteliğindedir. İnsanın en önemli beklentisi ve ihtiyacı olan yaşamın devamlılığı arayışına yanıt vermektedir. Türkler de tarihlerini bildikleri en eski dönemden bu yana bu bayramı kutlayıp nesilden nesile de aktarım yapmışlardır. Nevruz simgesinin en önemli vurgusu yeniden doğuş, diriliş ve kurtuluştur. Böylece canlanmanın, cehaletten ve esaretten kurtuluşun, özgürlüğe kavuşmanın esenliğe erişmenin, neşe ve mutluluk içinde kutlanılan barış ve sevinç dolu bir bayramdır.
Ergenekon’da demir dağları eriterek acuna baharı getirdiğimiz gibi şu zor zamanlarımızı da Ergenekon’daki ruh ile aşıp uyanışa geçmemiz dileklerim ile ulusun ulu günü kutlu olsun!
KAYNAKLAR
ACALOĞLU, Arif (2020), “Ebül Gazi Bahadır Han: Şecere-i Terakkime ve Türkmenlerin Soyağacı” Selenge Yayınları: İstanbul.
ÖGEL, Bahaeddin (2003), “Türk Mitolojisi J”,
Türk Tarih Kurumu Yayınları: Ankara.