Gaak! Gaak! Gaak!
Gri, tozpembe çizgili güneşliğin arasından giren güneş ışığı göz kapaklarının üzerinde ince bir çizgi oluşturuyordu. Gaak! Gaak! Birkaç haftadır neredeyse her gün gördüğü rüyanın devamını görmek istiyordu Nehir. Gözlerini sıkıca kapadı, tekrar dikkatini toplamaya çalıştı. Kanatları ve kuyruğu ateşten, vücudu lav gibi kıpkızıl bir ejderha. Nefes aldıkça daha da harlanıyordu ejderhanın boynunun altındaki sarı, turuncu alevler. Ve onun karşısında dev gibi, sol gözü kör, gövdesi elmas gibi parlayan beyaz bir yılan. Yılanın kan rengi sağ gözü öyle ürperticiydi ki rüya boyunca göz göze gelmemek için farklı yönlere bakmaya çalışıyordu Nehir. Bir film gibi yılan ve ejderhanın amansız savaşını izliyordu. Nedendir bilinmez büyük bir tutkuyla ejderhanın kazanmasını istiyordu. Yılanın yaptığı her boğma veya ısırma hamlesinde kendi canı yanıyordu sanki.
Gaak! Gaak! Daha fazla direnemedi. Kırpıştırarak açtı gözlerini Nehir. Gaak! Gaak! Kim rahatsız ediyordu onu sabah sabah? Bu kart karga sesinin sahibini görmek için yataktan doğrularak pencereden dışarı baktı. Kapkaraydı, kafasının üzerinde sol tarafa doğru beyaz bir benek vardı. Olması gerekenden daha iriydi. Sanki konuşmak ister gibi, gözlerinin içine içine bakıyordu. “Gel” diyerek elini uzattı. Nehir’in avucuna küçük bir tüy bırakan karga, uçarak ortadan kayboldu. Neyin nesiydi bu şimdi?
Karganın tüyünü masasında duran çekmeceli toka kutusunun içine yerleştirdi. Belki çok değerli bir şey değildi ama bir karganın ona bu şekilde bir hediye getirmiş olması onu mutlu etmeye yetmişti. Ayaklarına yatağının başucunda duran terliklerini geçirerek banyoya gitti. Yüzüne iki avuç su şaplattıktan sonra aynaya baktı. Normalde omzuna gelmesi gereken sağa sola fırlamış saçlar, burnunun üzerindeki çiller tamam, gözlerde çapak ve kurumuş dudaklar.Ne burnunun tam ucunda yeni patlamış bir sivilce mi? Olamaz! Tam da balo günü. Bu millet prenses gibi uyanmayı nasıl beceriyor diye düşündü iç çekerek. Lavabo dolabından çıkarmış olduğu saç fırçası ile saçına biraz şekil vermeye çalıştı. Çekmeceden aldığı cilt renginden iki, üç ton koyu sivilce kremini de burnunun üzerine sürdü.
Evi dolduran patates kızartması kokusu, iştahı açmaya yetiyordu. Mutfağa ulaştığında ailesinin çoktan masada yerlerini almış olduklarını gördü. Dolaptan kendine bir servis tabağı çıkardıktan sonra kız kardeşinin yanındaki boş sandalyeyi çekerek oturdu. Annesi her zamanki gibi çok güzeldi. Parlak bir cilt, sıkıca yapılmış bir topuzun aralarından fırlamış açık kumral bukleler, insanı hülyalara daldıracak giydiği kıyafete göre değişen gri, mavi arası gözler, kalın dudaklar. Acaba çirkin ördek yavrusu masalındaki gibi ileride ona benzer miyim diye düşünmeden edemezdi Nehir. Evet, idol olarak kendisine çirkin ördek yavrusunu seçmişti belki. Ama en azından gerçekçi olduğunu düşünürdü. Sindrella kadar güzel değildi ya nihayetinde? Ya bir periyi nereden bulacaktı bu çağda? Çirkin ördek yavrusu candır diye geçirdi içinden. Dikkatini yeniden tabağına koyduğu kahvaltılıklara kaydırmıştı ki Ufuk beyin sorusu ile tekrar başını kaldırdı.
“Günaydın Nehir. Bugün mezuniyet balonuz kaçtaydı?”
“Akşam altı gibi başlayacak.”
“Tamam, şoförü yollarım ben sana o saatte.
İyi eğlenceler şimdiden.”
Gülümseyerek teşekkür etti Nehir. İyi adamdı Ufuk Bey. Annesinin on yıl önce evlendiği eşi. Kız kardeşi Su’nun babası. Üvey baba tanımlamasından pek hoşlanmıyordu Nehir. Ufuk Bey de bu durumu Nehir’e hiçbir zaman hissettirmezdi zaten. Dışarıdan bakan bir insan, asla Su ve Nehir’e davranışları arasında bir ayrım göremezdi. Hani derler ya, gerçek babası olsa ancak bu kadar olurdu.
Su heyecanla konuşmaya başladı: “Anne ablam akşam sahne alacak biliyorsun değil mi?”
“Aaa! Bilmiyordum.” dedi Deniz Hanım şaşkınlıkla Nehir’e dönerek. “Önceden söylemiş olsaydın işten izin alır gelirdim seni izlemeye.”
“Aileler gelmiyor ki anne baloya,” dedi Nehir kaşlarını kaldırarak.
“Olsun ben kenardan bir yerden izlerdim. Olmaz mıydı?”
“Off…”
Kızının saçlarını okşayarak göz kırptı Deniz Hanım. “Olur mu canım ben koskoca kadın orada…Ama yine de işten izin alır, gelirim belki.”
Nehir’in öfkesi gözlerinden okunuyordu. “Anne!”
Kızlara göz kırparak “Yok yok tamam… Espri yapıyorum sadece,” dedi Deniz Hanım. Muzip bir hali vardı.
Deniz Hanım’ın şen kahkahaları, kızların kıkırdamaları eşliğinde ettikleri kahvaltıdan sonra, herkes bir köşeye çekildi. Anne ve baba işe gitmek üzere dışarı, Su alalı neredeyse iki ay olan gri kedileri Bonbon ile oynamak için bahçeye, Nehir ise kıyafet ve ses denemeleri yapmak üzere odasına.
Balo saati yaklaştıkça, sınıf Whatsapp grubuna gelen mesajlar sayesinde Nehir’in telefonu da rahat durmuyordu. Gri yatak örtüsünün üzerindeki telefonuna gelen mesajlara son bir defa baktıktan sonra dolabından annesinin çoktan ütüleyip hazırlamış olduğu kıyafetini çıkardı. Buz mavisi, dizine gelen uçuş uçuş etekli ve çift omuzlu bir elbise. Saçlarını iki yandan taç şeklinde ördüğünde ise tıpkı Helen kadınlarına benzemişti. Saatin yaklaştığını gördüğünde küçük el çantasını eline alarak dış kapıya doğru koştu. Başını kaldırmadan kedisiyle oynayan Su’ya seslendi:
“Ben çıkıyorum Su! Annemler bir saate gelir.”
“Tamam!”
Babasının eve yolladığı arabanın çoktan gelmiş, onu kapının önünde bekliyor olduğunu gördü. Kendisini şu an tam da külkedisi gibi hissetmişti. “On ikiden önce eve dönmelisin” diye söylendi kendi kendine. Ancak ona cıvıltılı kuş sesleri değil, karga sesleri eşlik ediyordu. Gaak! Arkasını döndüğünde tıpkı sabah penceresinde gördüğü irilikte ve kafasının aynı yerinde bebeği olan bir karganın dış kapının merdiven korkuluğuna tünemiş, onu izliyor olduğunu gördü. Tesadüf herhalde diye geçirdi içinden. Neden karşısına her defasında aynı karga çıksındı ki? Düşüncelerinden sıyrılarak taksiye bindi ve baloya odaklandı. Gülümseyerek derin bir iç çekti. Bu gece unutulmaz olacak dedi içinden. Sonra sesli şekilde tekrar etti. “Bu gece unutulmaz olacak.”
Sekiz yıl boyunca aynı sınıfı paylaştığı arkadaşlarına ve çok sevdiği öğretmenlerine veda etme zamanı gelip çatmıştı artık. Akşam boyunca asla kopmama, nereye gidilirse gidilsin arayıp sorma sözleri verildi. Sınıf hatıra fotoğrafları çekilir, özçekimler yapılırdı. Yakın arkadaşlarının bulunduğu sekizli masayı tercih etmişti Nehir.
Renkli ışıkların aydınlattığı kır bahçesi, rengarenk sandalyeler ve beyaz örtülü masalar ile şık olmaktan ziyade sevimli görünüyordu. Onlara sunulan pek çok düğün salonu benzeri mekan yerine buranın bir ilköğretim okulu mezuniyet partisine daha çok yakışacağını düşünmüşlerdi. Aldıkları karardan büyük çoğunluğu memnundu.
Sahneye çıkma sırası gelip çatmıştı Nehir’in. Gitarı ile eşlik edecek olan arkadaşı Can ile konuşur gibi birbirlerine baktıktan sonra ayağa kalkarak sahneye yürüdüler. Heyecanını dizginlemeye çalışsa da ilk şarkının girişinde sesinin titremesine pek engel olamamıştı. Sonrasında sesi tıpkı bir ırmağın insanı rahatlatan şırıltısı gibi akıp gitmişti kulaklardan. Hareketli şarkılarda arkadaşlarının alkış sesleri eşlik ederken hüzünlü şarkılarda bazılarının gözyaşlarını tutamadığı bile görülmüştü.
“Ve gecenin son şarkısı” diye sundu Nehir sıradaki parçayı. Arkadaşının gitar eşliği ile insanın ruhunun en derinliklerine girmeyi başardılar yine. Masaların arasında gözlerini gezdirirken bir aralık dikkati duvar kenarında bekleyen kadına takıldı. Üzerine ağacın gölgesi düştüğü için çok seçilemese de ufak tefek bir kadın olduğu anlaşılıyordu. Dağınık toplanmış siyah saçları, siyah salaş bir elbisesi ve file çorapları vardı. Bakışlarının tıpkı gündüz iki defa görmüş olduğu karga ile aynı olduğunu düşündüğü an ürperdiğini hissetti. Arkadaşlarından birinin annesi veya ablası olmalıydı herhalde. Şarkısına tekrar odaklanmak amacıyla gözlerini kapattı. Şimdi de gitarın sesi değişmeye başlamıştı. Akorsuz ve gürültülü bu yeni tını, onun şarkıya devam etmesini de zorlaştırıyordu. Arkadaşına uyarıda bulunmak adına gözlerini açtı. Açtı açmasına ama burası az önce arkadaşlarıyla eğlendiği kır bahçesi değil, sanki orasının kıyamet sonrası haliydi. Patlamış lambalar, yanmış ağaçlar, tüten alevler ve bomboş kırık dökük masalar. Hayal görüyor olduğunu düşünerek gözlerini kapayıp tekrar açtı. Beklediği görüntü geri gelmiyor, aksine gördüğü hayali doğrularcasına her defasında aynı mekan beliriyordu.
“Emanetim burada duruyormuş demek.”
Duyduğu kadın sesiyle irkilerek arkasını döndü Nehir. Kadını ilk defa görüyor olmasına karşın yaralı sol gözü ve kan kırmızısı sağ gözü ile bir yerlerden tanıdık geliyordu. Bembeyaz derisi ve yılan gibi kıvrımlı hareketleri … Bulmuştu! Bu o yılandı! Tamam, Nehir kesinlikle o rüyalardan birinin içindeydi. Gözlerini ikinci defa daha sıkı yumarak tekrar açtı. Ama hayır. Kadın ortadan kaybolmadığı gibi birkaç adım daha yaklaşmıştı kendisine. Siyah, ince birer ağaç dalı gibi uzun parmaklarını kalbine doğru uzatıyordu ki Nehir güçlü bir çığlık attı. Ama ne çığlık. Değil kır bahçesini dolduracak, sokağı bile uyandıracak güçte.
Üçüncü defa gözlerini açtığında karşısında gitar çalan arkadaşını ağzı açık bir şekilde kendisine bakarken buldu Nehir. Az önce atmış olduğu çığlığı rüyanın içinde atmış olduğunu umarak arkasını döndü. Şaşkınlıklarını üzerlerinden atamamış, teker teker masalarından kalkarak kır bahçesini terk etmekte olan arkadaşlarını gördüğünde içine bir ateş düştü. Her şeyi mahvetmişti. Arkadaşlarının her ayrıntısını büyük bir özenle planladıkları tüm geceyi. Belli belirsiz bir sesle “Özür dilerim” diyebildi yalnızca. Kimsenin yüzüne bakabilecek, durumu açıklayacak gücü yoktu. Cep telefonunu titreyen ellerle çantasından çıkararak en çaresiz anlarda arayabileceği tek kişiyi aradı. Annesini.
“Alo anne…”
“Kızım bir şey mi oldu? Neden ağlamaklı geliyor sesin?”
“Anne gel ve beni al. Çok kötüyüm.” “Hemen geliyorum. Oradan hiçbir yere ayrılma!”
Telefonu kapattıktan sonra annesi gelene kadar sadece kendisinin kalmış olduğu karanlık kır bahçesinde az önce yaşamış olduklarını düşündü. Rüya mıydı, gerçek mi? Rüya ise tıpkı gerçek gibiydi. Gerçek ise kesinlikle deliriyordu. Bütün bu yaşadıklarının o insan gibi bakan karga ile yakından uzaktan bir bağlantısı var mıydı? Cevap bekleyen o kadar çok soru vardı ki. Onun istediği şey ise yatağına kapanarak saatlerce ağlamaktı.
Gün başlarken iki dilek dilemişti. Birisi rüyasına devam etmek, ikincisi ise unutulmaz bir gece olması. Gerçekten ikisi de gerçekleşmişti. Beraberlerinde getirdiği yıkımla beraber.