Özgürlük nedir, insan gerçekten özgür müdür ya da öyle olduğunu düşünerek sürekli kendi mi kandırır? Bu sorular, asırlardır filozofların aralarında tartışa geldiği önemli meselelerdendir hiç şüphesiz. Kimisi insanın hür bir iradeye sahip olduğunu söylerken, bir başkası çıkıp, hür irade olarak bahsedilen seçme gücünün aslında önceden mutlak bir kudret tarafından kodlandığından bahsediyor. Onlar insanlık varolup kendini fark ettiğinden beridir tartışıp dursunlar. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Amerikalı bir yazar, insanoğlunun aklının ucundan dahi geçiremeyeceği muğlak dehşetleri kaleme alarak bu sorulara cevap vermiş olsun kendi muhayyelince. Ama bunu yaparken de felsefenin kesif ve tekinsiz izleklerinden birinde yürüyor olsun aynı zamanda…
H. P. Lovecraft, fantastik ve korku severlerin okurken en keyif aldığı yazarlardan biri. Weird Tales’de kalem aldığı öyküler ve bizimki gibi bir fanzinde yazdıklarıyla, hayattayken pek az bilinen ama sağlam da kitlesi olan bir yazardı. Öyle ki, kendisi yazdıklarını pek önemsemese de onun yerine dağınık haldeki öyküleri bir araya getirip kitaplaştıran olur. Kaleme aldığı ve hayaline can verdikleriyle, ileriki kuşaklarda iz bırakmıştır. Sinemadan müziğe, video oyunlarından görsel sanatlara kadar pek çok alandaki sanatçıyı etkilemiştir. Oluşturduğu Cthulhu mitosu, ölümünden sonra bile sahipsiz kalmamış ve başka yazarların kalemleriyle daha da büyüyerek gelişmeye devam etmiştir.
İşte burada özgürlükten bahsedeceğimiz nokta, yazarın mevzu bahis mitosundaki temel özellikler ve bu özelliklerin özgürlük kavramıyla olan ilgisi olacak. Cthulhu mitosu, Yüce Eskiler adıyla anılan, insanoğlunun unuttuğu kayıp geçmişindeki, yani antik çağlardaki, korkutucu ve kötücül uzaylı tanrıları konu alır. Bu mitosa ait öykülerde 1900’lü yılların karakterleri, tüm evreni çepeçevre saran bu dehşetlerle yüzleşirler ve sonunda ya delirirler ya onlardan biri olurlar yahut da ölümün zalim dişleri arasında ruhlarını teslim ederler. Anlaşıldığı üzere, insanlar bu mitosun evreninde özgür değillerdir, sadece öyle olduklarını düşünürler. Çünkü gitmemeleri ve görmemeleri gereken sınırlardan bihaberlerdir. Ancak bir olay olur veya bir artefakt ile karşılaşırlar. İşte, tüm gerçeklik de bundan sonra değişir. Kainatın sınırları, ürpertici ve yıvışkan bir kasvet perdesiyle umarsızca çizilir. İnsan, bu perdeyi yırtmaya çalışıp, perdeyi aşmakla uğraştıkça çizilen sınırlar daralır ve delilik, tüm bulaşıcılığıyla kişiyi ele geçirmeye başlar.
Karanlık fantezi türünün iyi bir örneği olan bu mitosa ait sanatsal ürünler, aynı zamanda korkunun da bir alt janrası olan, kozmik korkuyu doğurmuştur. Kozmik denmesinin sebebi, insanın aklıyla kestiremediği ve başka diyarlardan boyutlardan gelen varlıkların oluşturduğu dehşetten öte gelmektedir ve bu dehşet sadece dünyada değil, her yerdedir.
Burada en çok dikkat çeken husus, kişi ne yaparsa yapsın ve nereye giderse gitsin, bu vahşet kapanından bir türlü
kurtulamaz. Özgürlük kavramının var olması durumu olmadığı gibi, esaret de daha fazla eziyetli hale geliyor. Bir de aklıma yine özgürlükle ilgili bir bilgi geliyor ki, resmen bu mitos, sırf şu cümleyi protesto etmek için yazılmış gibi: “Bilgi, kişiyi özgürleştirir.” Hayır, özellikle mevzu Yüce Eskiler ise bu durum tam tersine işler. Öykü veya roman karakteri, bu varlıklara ve onlara tapanlara dair kanıtlara ulaştıkça yavaştan delirmeye, akıl sağlıklarını peynir ekmekle yemeye başlarlar. Önceden, cahil cesaretinin verdiği bir özgüvenin ipekten kelepçelerini takarlarken, her şey
değiştiğinde, deliliğin ve dehşetin kaygan ve vantuzlu boyunduruğu onları sakince boğazlar. Yani, esaretleri boyut değiştirir.
Peki, “İnsanoğlu nereye giderse gitsin, her yerde kötülüğü bulacaktır. Her şey boşuna ve anlamsızdır. Etik, estetik ve teokratik değerler yok hükmündedir.” fikri, ne anlama gelmektedir? Lovecraft okurlarının çok iyi bildiği bu felsefi düşüncenin adı kozmik nihilizmdir. Bu düşünce sistemine göre, var olan ve insanın var ettiği hiçbir şeyin kıymeti harbiyesi yoktur ve olmayacaktır. Her şey eninde sonunda yok oluşa doğru ilerler. Buradan bakıldığında, bırakın insan özgür müdür sorusuna cevap vermeyi, insanın onarılamaz bir çaresizliğe hapsolduğunu bir iki cümle ile bize çok iyi bir şekilde özetler. Hür iradeymiş, demokrasiymiş, insan haklarıymış… Geçin bunları der, ne yaparsan yap boşuna, der bizlere. Ki özgür oldun diyelim, diye ekler sonra. Eline ne geçecek? Ne yapabilirsin ki? Nereye kadar? Gücün en fazla neye yeter ki zaten? Ufacıksın ya sen, şu koskoca dönen devranda, yıldızların, devasa gezegenlerin, bulutsuların ve daha sayamadığım nice gök cisminin olduğu yerde nesin ki?
Sen de dönüp bakar, derin düşünceler dalarsın. Sonra da var oluşunu sorgular halde bulursun kendini.
Innsmouth Üzerindeki Gölge, Deliliğin Dağlarında, Cthulhu’nun Çağrısı ve pek çok öykü novellada karakterler yer yer bu fikirlere kapılırlar. Devasa ve tanrısal olan şeyler karşısında ateşi, barutu, demiri ve fizyonu bulan insan, aklı şaşar, uçar gider.
Özgürlük bu öykülerin evreninde yok hükmündedir ve insanı okurken hem ürkütür hem de tarifi olmayan bir keyif verir. Karakter için endişe duyarken, kendin için sevinir ve artık neye inanıyorsan ona şükredersin.
Kısacası dostlar, Lovecraft eserlerindeki kişiler, hiçbir zaman özgür değildir. Sadece esaretleri beklenmedik şekilde kademe değiştirir, hepsi bu. O karakterler için üzülüp, kendimiz için sevinirken bir düşünelim derim: Ya o delilik dehlizleri yanı başımızdaysa?