Oğuz Can Acar’ın yayınlanmış ilk eseri Tamu Kapısı Anıları, Şamanizm referanslı fantastik ve mitolojik bir kurgu. Konu Şamanizm olmasına rağmen hikaye geçmiş yüzyıllarda değil, bugünde geçiyor. Romanın içinde geçtiği döneme dair net bir ifade olmasa da bugünün modem dünyasının çok öncesi veya sonrası olmadığını anlayabiliyoruz. Sanki her şey gözlerimizin önünde geçekleşiyor.
Kurgunun temelinde ana karakterin de vurguladığı gibi dünyayı kurtarmak var. Fantastik edebiyatın hatta genel itibarıyla fantastik olmayan eserlerin bile çoğunun artık rutin haline gelmiş konularından biri.
Fantastik eserlerin genel kurgusunda kahramanımız kötülük karşısında; geniş cepheler arasında dengeler göz etmekle birlikte, ana kırılmayı kendi becerisi ve cesaretiyle çözer. İşleyiş böyle ciddi olunca yazım biçimi ve üslup da gayet ciddi bir havada gider. Tamu Kapısı Anıları’nda yaratılan en önemli farklılıklardan biri tam da bu noktadadır. Dünyayı kurtarma misyonu, ironik şekillerde okura birkaç defa vurgulanıyor. Kahramanımız en başından itibaren dünyayı kurtarma misyonunun farkında ve bunu, sanki bir iş başvurusuna gitme anısı anlatırcasına mizahi bir şekilde okuyucuya sunuyor. Bu ve benzeri anlar da romanı fantastik edebiyat açısından başka bir noktaya taşıyor.
Evet, bu romanda da seçilmişler var. İyilik savaşçıları var, eh tabii kötülük savaşçıları var, meselenin tam ortasına dış kulvardan dalmış kahramanımız da var. Ama tüm bunlar benzerlerinden çok daha farklı bir üslupla kaleme alınmış. Evrensel boyutu hakkında yeterince bilgi sahibi değilim ama Türkiye’nin ilk mizahi fantastik romanı denilebilir diye düşünüyorum. En güzeli ise yukarıda da değindiğim gibi birinci ağızdan anlatımla yazılmış romanın ana karakterinin yaşanılan olaylar esnasında tüm bu esprileri bize genelde iç sesinden ulaştırıyor oluşudur.
Bazen bir çatışma -veya kaçışma- anında aklına gelen saçma sapan kurtulma fikirleriyle bazen de çok daha büyük bir felaket anında kendisinden geri zekalı diye bahsedilmesinden duyduğu hicap ile içimizde ve yüzümüzde aniden gülümseme yaratan tavırlarıyla kahramanımızla kısa sürede hoşbeş edebilecekmiş gibi bir hisse bürünüyoruz. Hoş, kendisi hemen bütün kitap boyunca bizimle sohbet eder bir havada kritik mısyonu doğrultusunda mücadelesine devam ediyor.
Yazarın bir başarısı da gerçekten kitaptaki anı yaşıyor olsak aklımızdan geçebilecek ya da anlık olarak zihnimizde belirebilecek çağrışımları yakalamasıdır. İnsanın o anlarda kafasından neler geçebileceğini dair hem gerçekçi hem de kimi zaman güldürücü örnekler vermiş. Bu sayede de öykünün akışı sınır tanımıyor. Okur konudan kopma, takibi kaçırma gibi durumlar yaşamıyor.
Hatta konuya girme diye bir problem de yok. Kitap başladığı gibi ilk tümcesi itibarıyla konuya giriyor. Hani romanlar için genel olarak söylenen bir durum vardır ya, “İlk 50 sayfa sıkıcı sonra sarmaya başlıyor.” gibilerinden. “Tamu Kapısı Anıları” için böyle bir şey söz konusu değil. Doğrudan konunun içinde buluyorsunuz kendinizi ve bu anlık şaşkınlığınızı fark eden kahramanımız size hemen bir açıklama yapıyor. Böylelikle mesele nedir çözmeye çabalama gibi bir mesai yapmanıza da gerek kalmıyor. Yazar öncelikle bir boşluğa düşürmeyi, sonrada oradan kaldırmayı iyi beceriyor.
Roman, sadece birkaç günlük bir süreci geriye dönüş de oldukça az olan -birkaç sahne- bir şekilde anlattığı için kitabın sonlarına geldiğinizde bile kendinizi halen başlarda gibi hissedebiliyorsunuz. Yazar hem üslup hem de okuyucuyu yormayan yazım biçimi sayesinde okunabilirliği rahat kılmıştır.
Son olarak da kitaptaki referanslara değinmem gerekebilir. Örneğin, bir bölümün geçtiği temel mekan olan sanat galerisinin isminin “Ayarlı Saatler” olması, Tanpınar’ın muazzam eserine bir göndermedir. Bir başka bölümde önemli bir karakter olan antikacının ismi ise “Cezmi Namıkoğlu”, sanıyorum ki Namık Kemal’in Cezmi romanına yapılan başka bir göndermedir. Ayrıca karakterimizin çevresindeki gizemli karakterlerden biri olan “Matmazel Nuriye” ise büyük olasılıkla Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın Koltuğu eserine göz kırpıyor diyebiliriz (Bunlar dışında şüphelendiğim iki referans vakası daha var ama onlar hayal gücümü fazla zorlamam sonucu düşündüğüm şeyler de olabilir. O yüzden onları fantastik edebiyatta referansları konu edinen başka bir yazıda tartışmak üzere buraya yazmıyorum).
Fantastik edebiyat hayatına yeni ve sıra dışı bir üslupla giren Tamu Kapısı Anıları’nın devamı da sonunda bırakılan açık kapı ya da kapılarca yeni sürprizleri beklememizi sağlıyor. Türk mitolojisinin artık fantastik edebiyatta bir malzeme olarak kullanılıyor olması, daha bizden olan eserlere kavuşabilmemiz ve sadece çevirilerle yetinmememiz için bir umut ışığıdır. Hem maceranın hem de mizahi fantastik bir türün gelişimi dileğiyle…