Yıllar yıllar önce Hodade’de iki genç birbirine aşık olmuş ve evlenmişler. Birkaç yıl aşklarını yaşadıktan sonra kadın ölmüş. Eşinin ölümünü kabullenemeyen adam Gölge Dağları’nda bir mağarada yaşayan ölümsüz rahibi bulmuş.
Adam Rahip’e seslenmiş: “Ey ölümü aldatan adam, söyle bana nasıl yaptığını. Eşimi geri getirmem için bana yardım et.” demiş. Rahip adama bakıp “Emin misin? Eşinin ruhunu getirsek de bir bedene koyamayacağız, yanında bir hayaletle dolaşman gerekecek, herkes seni lanetleyecek.” demiş. Adam eşi olmadan yaşayamayacağını söylemiş. Rahip derin bir nefes alıp büyü için gereken malzemeleri anlatmaya başlamış:
“Büyü ıçın dört malzeme gerekiyor. İlk malzeme en yüksek dağın en büyük yaylasındaki en büyük gölde yaşayan grises balıklarından bir pul. Grises balıklarının yaşadığı göl kışın tamamen donar. Göl donmadan uykuya dalan balıklar hava ısınıp da göl eridiğinde hiçbir şey olmamış gibi yüzmeye devam eder. Eşinin de hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi için bu pula ihtiyacımız var. Sonra Sirada şehrinin doğusuna git. Yamaçlarda kurulmuş olan manastırın Başrahibesi’ni bul ve bir tel saçını iste. Onun bilgisine kimsenin bilgisi erişemez. Eşin geri geldiğinde ne olduğunu anlamayıp korkmaması için bu gerekiyor. Sonra daha da güneye gideceksin. Kurde’nin gözetleme kulesinin olduğu adaya git. Kulenin yakınında devasa, dünyada görebileceğin en büyük ağaç var. O ağaçtan bir yaprak al. O ağaç Kerer ağacı. İnsanların yaratıcısı Raxate’nin ektiği, insanlığın tamamından daha yaşlı, tanrıları görmüş bir ağaç o. son malzeme de eşinden kalan bir eşya. Tanrıların iznini almak ve eşinin ruhunu alabilmek için ona ihtiyacımız var. Şimdi yola çık. Gidecek çok yolun var.”
Adam sırtına birkaç eşya alıp yola çıkmış. Eşinden kalan bir keseyi çantaya koymuş. Önce tepesi hep karlı olan, bulutları aşıp aya ve güneşe uzanan, ejderhaların yuvası olduğu söylenen Şapka Dağları’na varmış ve Rahip’in söz ettiği gölü bulmuş. Balıklardan birini sudan çıkarıp bir pulunu eşinin kesesine koymuş. Gece orada kamp yapıp, sabah gemiyle Sirada’ya gitmek için yola çıkmaya karar vermiş. Gece çadırında uyurken bir rüya görmüş. Rüyasında gölde yüzüyormuş. Bir grises balığı karşısına çıkmış ve “Pulumu neden çaldın?” diye sormuş. Adam “Dünya eşimi benden aldı. Ben onsuz yaşayamam. Senin pulunu onu geri getirmek için kullanacağım” demiş. Grises, “Ölümden dönmek uykundan vakitsizce uyanmak gibidir. Nerede olduğunu bilmezsin, ne yapman gerektiğini bilmezsin, beynin kafanın içinde döner. Emin misin?” diye sormuş ve rüya birden bitmiş. Adam tekrar uykusuna dönmüş ve sabah çantasını toplayıp yola çıkmış.
Sirada’ya ulaşır ulaşmaz manastıra doğru gitmiş adam. Bu manastırı kavgalar ve savaşlar çıkaran, birbirinden çalan insanlardan uzaklaşmak için dağ yamacındaki mağaralara yerleşen rahip ve rahibeler kurmuş. Sonradan mağaraların önüne ve dağın tüm yamacına sınıflar ve salonlar inşa etmişler, Doğu Denizi’nde her yere yardım götürmeye, savaş çıkaran kralları salonlarında ağırlayıp huzuru korumaya çalışmışlar. İşte adam bu ulu manastıra gidip yüzyıllardır her kralı görmüş, her köyü gezip yardım etmiş, hikayeyi dinlemiş olan Başrahibe’yi görmek istediğini söylemiş. Diğer rahibe ve rahipler onu devasa bir kütüphaneye götürmüşler. Kütüphanede genç bir kadın dünyanın her yanından prensler ve prenseslere ders veriyormuş. Adam oturup dersi dinlemiş. Hocanın bildiği şeylerin bilinebileceğine bile şaşırmış. Ders bitince hoca ona yaklaşmış, saçından bir tel koparıp parmağına sarmış, “Sana bunu vermeden önce birkaç sorum var.” demiş.
Adamın karşısındakinin Başrahibe olduğunu anlaması zaman almış, anlayınca da diyecek söz bulamamış. Başrahibe devam etmiş “Grises pulunun kokusunu sen şehirdeyken bile alıyordum. Birini hayata geri getirmeye çalıştığın belli. Merak ettiğim şey kimin ruhunu istediğin ve bu büyüyü sana kimin anlattığı.” Adam Başrahibe’nin sorularını cevaplamış. “Demek bir öğrencim daha verdiğim sırları açıklıyor. İşte bu yüzden ölümsüzlük öğretmeyi bıraktım 200 yıldır. Zaten hiçbiri düzgün öğrenemedi. Birkaç yüzyıla hepsi ölür.” demiş Başrahibe. Kapıdan uzaktaki raflardan birine yaklaşmış, merdivene tırmanıp yüksek bir raftan ince bir kitap çıkarmış. “Eşinin ruhunu geri getirdiğinde neler olacağı belirsiz. O bunu istemeyebilir, tekrar gitmek isteyebilir. Bu kitabı al. Ruhlarla nasıl baş edileceğini anlatıyor. Eşin dönmek istediğinde ne yapacağını bilmeli.” demiş. Adam kitabı çantasına, saç telini eşinin kesesine, grises pulunun yanına koymuş ve tekrar yola koyulmuş.
Kurde’ye ulaştığında kendi yaptığı sal ile gece vakti adaya gitmiş çünkü kulenin olduğu adaya çıkılmasına izin verilmiyormuş. Hala da o adaya izinsiz gidemezsiniz. Neyse… Adaya çıkınca ağacı bulması zor olmamış. Raxate’nin ektiği bu ağaç tüm insanlıktan yaşlı, tüm ormandan büyükmüş. Ağacın yaptığı gölge o kadar geniş ve güzelmiş ki ağacın gölgesinde geniş bir çalılık varmış. Bazıları bu adanın önceden küçük bir kayalık olduğunu ama Kerer’den düşen yapraklarla hep genişlediğini söyler. Adam, bu yüce ağaca tırmanıp bir yaprak koparmış. Yaprağı eşinin kesesine, grises pulu ve Başrahibe’nin saçının yanına koymuş. Tüm gece boyunca Kerer’e tırmanmakla ve inmekle uğraştığı için güneş batana kadar orada çadır kurmaya karar vermiş. Çadırını kurarken ağaçtan bir yaprak düşmüş ve süzüle süzüle aşağı inmiş. Yaprak kafasına değdiği an bir hayal görmüş. Hayalinde küçük, yuvarlak bir pencereden karanlık bir odaya bakıyormuş. Eşi odanın duvarlarına vurup çıkmak için yalvarıyormuş. Uzaklaşınca pencerenin eşinin gözü, odanın da bedeni olduğunu görmüş. Güneş batınca salına atlayıp yola çıkmış ve Kurde Sarayı’nın ışıklarına doğru kürek çekmiş.
Dağlara gidip Rahip’i tekrar bulmuş, keseyi ona doğru uzatmış ve “Bir yıl sürdü ama her şeyi topladım. Eşimi bana geri getir.” demiş. Rahip yere talaştan şekiller çizip yazılar yazmış, keseyi,
pulu, saç telini ve yaprağı da şeklin farklı yerlerine koymuş. Hazırda yanan ateşinden bir dal çıkarıp adamın eline vermiş şeklin bir ucunu göstererek. Adam o ucu yakıp her şeyi ateşe vermiş. Birazcık talaş ve eşyadan o kadar çok duman çıkmış ki hiçbir şeyi göremez olmuşlar. Dumanlar dağılınca adam eşinin hayaletini görebilmiş ve ona yaklaşmış. Kadın gözlerini açtığında “Annem nerede?” diye sormuş tekrar tekrar. Sonunda kocasına bakınca “Az önce annem alnımdan öptü, beşiğe yatırdı ve sallamaya başladı. Direndim, mızmızlandım ama onun güzel ninnisini dinlerken uyuyakaldım. Şimdi neredeyim ben?” demiş. Adam “Canım eşim. Ben sensiz yaşayamadım ve seni geri getirdim” diye açıklamış. “Az önce annemi evlatsız bıraktın. Ben beni bir yıldır kucağında büyüten annemi istiyorum. O fark etmeden geri gönder beni.” demiş kadın. Adam şaşkınca Başrahibe’nin verdiği kitabı çıkarmış ve küllerin üzerine atmış. Rahip kitaba göz attıktan sonra kadınla konuşmuş. Eğer bedenini bulup içine girebilirse tekrar canlanacağını ve bedeninin dışında geçirdiği bu süreci hiç hatırlamayacağını söylemiş, hızlı bir hava büyüsü yapıp kadının yeni bedeninin yerini öğrenmiş. Kadın da bedenini bulmak için hızlıca yola çıkmış. Gitmeden önce de kocasına “Seni sevdim, hem de çok. Ama gitmem lazım. Böyle kalamam, ailemi bırakamam.” demiş.
Adamın büyüyü yapmak için ateşli dalı tuttuğu eli kıpkırmızı kesilmiş. Ateş büyüsünün izi sonsuza dek elinde kalmış. Eşin geri getiremediği gibi artık şehirde de rahat yaşayamaz olmuş.
İşte çocuklar, bu yüzden ateşten, ateş büyüsünden uzak durmak lazım. Ben zamanında Vada şehrinde orman büyüsü yapan birini görmüştüm. Tarlalara ve meyve ağaçlarına büyü yapmıştı hasat artsın diye. Ellerinden boynuna kadar sarmaşık desenleri vardı. Onun kolundaki büyü izini gören herkes büyük saygı duyar, tanrılara yakınlığından dolayı hürmet gösterirdi ama ateş büyüsünün izini görenler kaçar, uzaklaşır.
Bazıları bu masaldaki gibi büyüyle çekilmiş ruhların geri gelmesine vakit kalsın diye cenazeyi sonraki gün gömdüğümüzü söylüyor ama Kitap’ta öyle yazmıyor. Tanrılar Kitabı’na göre Hava Tanrıçası ile zaman geçirip günahlarından arınabilsinler diye bir gece bekletiyoruz.