En değerli varlıklarımız, kız çocuklarımıza …
Hayao Miyazaki, animasyon filmlerinin en önemli yönetmenlerindendir. Miyazaki’nin filmleri örtülü bir kültürel direniş işlevi taşır. Bu açıdan Miyazaki’nin filmleri türün en iyileri arasındadır. Onun filmlerini özgün kılansa, filmlerinin bir meselesi olmasıdır. Miyazaki filmlerinin en önemli özelliği kadın karakterlerin ön olanda olmasıdır. Rengarenk bir dünyanın içinde olan animasyonla, cinsiyet rollerini altüst eder. Kültürel ve politik sistemin cinsiyet temsillerinde erkek olanı eşitsiz bir şekilde her zaman göz önüne çıkardığı düşünüldüğünde Miyazaki ‘nin filmlerinin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Elbette günümüzde kahramanı kız çocuklarının olduğu animasyon filmleri daha fazla yapılmaktadır fakat bunlar daha çok tüketim kültürüne yönelik filmler olup, kahramanları da bu kültüre hizmet eden “ideal” tiplerdir. Ayrıca Miyazaki’nin filmlerini dünyaya sunduğu yıllara bakacak olursak, 1980’li yıllarda yani feminist hareketlerin palazlandığı bir dönemde çekilmiştir. Bu tesadüfi bir durumdan öte bilinçli bir harekettir.
Miyazaki, dişil evren yanlısı politik bir duruşa sahiptir. Miyazaki’nin kurgusal dişil evreni, egemen erilliğin yıkımcı dünyasının karşısına dikilir. Zengin entelektüel ve estetik evreni ile Miyazaki yerleşik düzenle bütünleşmiş olan ideologların değil, düzenin ötesine geçen ütopyacıların yanında konumlandırılmalıdır. Miyazaki sinemasıyla birlikte yitirilen gerçeklerin ne olduğunu ve daha iyi bir dünyanın nasıl olacağını imgesel olarak inşa etmiştir. Onun filmleri, ilkellerin bizimle, günümüz toplumlarıyla paylaştığı şu yazgıyı dile getirir şekildedir: “yıkılan tabuların intikamını cismani doğa alacaktır … ” Miyazaki’nin vizyonunda pedagojik ve etik bir duruş vardır. Dişil yanlısı bir yönetmen olan Miyaza ki, medyaya yaptığı kimi açıklamalarında da kız çocuklarını çok sevdiği için onları filmlerinin başkahramanı olarak seçtiğini ifade etmiştir.
Cadılar, tüm kültürlerde özellikle de tek tanrılı dinlerin etkisi altındaki doğu ve batı kültürlerinde “öteki”, sapkın, zarar verici bir varlık olarak konumlandırılmıştır. Fakat Miyazaki, renkli fantezi dünyasında Kiki isimli cadıyı mistik ve sevimli kılmıştır. Küçük Cadı Kiki, evden ayrılarak kendi hayatını kurmak isteyen genç bir cadının öyküsüdür. Bu durum hemen her kültürde yadsınacak bir durumdur. Burada doğulu yönetmen Miyazaki, Japon toplumunun geleneksel dünya görüşünü estetik ve entelektüel bir şekilde eleştirmektedir. Bunun eleştirisini de Kiki isimli cadıyı batılı bir arketip olarak izlediğimizde rahatça okuyabiliriz. Olaylar Stockholm’de, yani bir Avrupa kentinde yaşanır. Kiki, yolculuğuna kendi süpürgesi yerine annesinin süpürgesini tercih ederek çıkar. Burada uçmak konusundaki deneyimsizliğini, ergenliğini annesinin süpürgesiyle telafi edeceğini düşünülebiliriz. Filmin ilerleyen bölümlerinde kırılan süpürge, Kiki’nin annesinden ayrılma konusunda çektiği zorlukları da dile getirmektedir. “Miyazaki’nin filmlerini gözümüzün önüne getirdiğimizde, bu imgesel dünyada sıkça karşımıza çıkan fantastik ürünlerin genelini uçan nesneler meydana getirir; zeplinler, uçan dev balonlar, uçan kedi otobüsler, şatolar vs. Elbette ki bu nesneler de öylesine yerleştirilmiş unsurlar değildir. Miyazaki’nin yaratıcılığı, sanatı°:ın ideolojik işlevi burada kendisini gösterır; filmlerindeki kahramanların uçma edimine yahut uçan nesnelere aşina olması eskiden -gelenektenbir kaçışı simgeler” (Napier, 2008). Küçük Cadı Kiki adlı yapımında da gelenekselleşmiş kadın tanımlarının, hatta kadınlığın, tanımsal kalıpların içerisine hapsedilemeyeceğini vurgular.
Kiki kendi ayakları üzerinde durup bir yerde işe başlar ve çoğu zaman erkek mesleği olarak karşımıza çıkan kuryecilik mesleğiyle geçimini sağlamaktadır. Bu bağlamda Kiki, küreselleşmenin yarattığı ekonomik ve sınıfsal eşitsizliklerin altını üstüne geçirir. Fantastik ögelerle yoğrulan bu filmde Kiki, kedisi Jiji’yle konuşabilmektedir. Aynı zamanda Kiki; doğayla iç içe, kırlarda gezmekten ve gökyüzünü izlemekten büyük keyif duyan ve hayvanların dilinden anlayan bir karakter olarak küreselleşmeyle başlayan doğa krizine karşı ekolojik bir çizginin üzerinde yer almaktadır.
Eğer Kiki bir cadı değil de bir prenses olsaydı, prensi tarafından kurtarılmayı bekleyen, ideal güzellik kalıpları içerisine sığdırılmış ve kurtarılana kadar türlü sınavlardan geçip, bu sınavların sonunda da bir erkek aracılığıyla muradına erişi konu alınırdı. Çoğu toplumun masallarına bakıldığında bu yapının egemen olduğu görülür. Masallar aracılığı ile kadınlar, erkeğinin kadını ve çocuklarının annesi olması beklenen bir “nesne” konumuna itilmiştir. Bu anlatılarda kadınlık kimliğinin hangi süreçler sonucunda kazanıldığını belirleyen kadına atfedilmiş mekanlardan, kadının kılık kıyafetine kadar yaşamın her alanına burnunu sokan hegemonik erkeklik kavramı burada yerle bir edilmektedir. Kiki henüz 13-15 yaşlarında olan özgür ruhlu bir kahramandır. Kurtarılmayı bekleyen bir prenses değildir. Kendi kararlarını kendisi alabilen ve evlenmeden önce farklı şeyler deneyimlemeyi düşleyen, güçlü bir kadın olmayı hedefleyen azimli bir genç kızdır. Kiki yalnız bir kahramandır, siyahlar içerisindeki geleneksel cadı kıyafetiyle de bu yalnızlığını tescillemiştir. Bu yalnızlık topluma karşı gösterilen bir ayrıksılıktır. Aynı zamanda saçlarına bağlamış olduğu kızıl kurdelesi de dişiliğin göze çarpan ana unsurlarındandır.
Sonuç itibarıyla diyebiliriz ki, Miyazaki usta bir anlatıcıdır. Dünyanın geleneksel biçimde algılanışını değiştirmeye çalışan bir anlatı evreni yaratmaktadır. Yaratmış olduğu evren, yerleşikleşmiş olan toplumsal cinsiyetin, daha düzgün ifade edecek olursak cinsiyetlendirilmiş toplumun algılarını, tabularını yıkan bir evrendir. Miyazaki filmlerinde dişil bir soy kütük ilişkisi olasılığını ve egemen erilliğin eleştirisini açıkça dile getirir.
Kaynakça
Napier, Susan J. (2008), Anime: Akira’dan
Howl’ın Hareketli Şatosu’na, Çev. M. Murat
Başekim, İstanbul: Es yayınları.