En Çok Okunanlar

Benzer Başlıklar

Lanetli Cenin

Oturdukları villanın tüm kapı ve pencereleri açıktı. Vakit geceydi ve açık pencerelerden perdeler savruluyordu. Gözlerinin önündeki manzara tuhaftı. Her yer mavinin tonlarına bürünmüştü. Dışarıda ne bir rüzgar ne de bir esinti olmamasına karşın perdeler açık pencerelerden dışarı savruluyordu. Bu eşyaları hareket ettiren esinti evin içinden geliyordu. Gördüğü bu garip manzaraya gök gürültüsü de eşlik etmeye başladı. Başını yukarı kaldırıp baktığında havada bir bulut göremedi. Ama gökyüzünü şimşeklerin ani parlamaları yalayıp geçiyordu. Kulaklarında kuvvetli bir rüzgarın uğultusu vardı ama teninde hiçbir şey hissetmiyordu. Akabinde bilmediği bir dilde birtakım fısıltılar kulağına çalındı. Fısıltılar gittikçe netleşmeye başladı. Birileri zihninin içinde bilmediği bir duayı okuyordu:

“Ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihı vel melaiketü min hıyfetih ve yürsilüs savaıka fe yüsıybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedıdül mihal. ,,ı

Evin yanına birden mavi renkte bir yıldırım düştü ve akıp giden enerjiyle tüm bedeni sarsıldı. Hissettiği sarsıntıyla birlikte güçlü bir acı duydu. Bu acıyla kıvranırken evin içinden gelen bebek ağlamasına dikti kulağını. Bebeği yoktu, ama bu ağlayan bebeğin kendi bebeği olduğu hissine kapıldı ve onu kurtarmak için bir şeyler yapması gerektiğini düşünmeye başladı. İçinde eve girip bebeği bulması için bir dürtü uyandı. Beyaz geceliği ve çıplak ayaklarıyla bahçede bir süre öylece durup evi izledi. Sonra koşar adımlarla eve doğru yöneldi ve açık kapıdan içeri girdi.

Eve girdiğinde bebek ağlaması kesildi. Hem korkuyor hem de bebeğini kurtarmak için duyduğu telaş duygusuyla sağa sola koşturuyordu. Salona iyice yaklaştığı sırada birilerinin yüksek sesle dua okumaya başladığını fark etti. O esnada etrafta yakılmış ve çember halinde dizilmiş mumların ışığını da fark etti:

“Allahü ya’lemü ma tahmilü küllü ünsa ve ma teğıydul erhamü ve ma tezdad ve küllü şey’in ındehu bi mıkdar. “2

Seslerin oldukça yakından geldiğini fark etti. Adımlamaya devam ettiğinde alt kattaki salonun ortasında çember halinde yerde oturan beş kadının ileri geri sallanarak aynı sözleri tekrarladıklarını gördü:

“Allahü ya’lemü ma tahmilü küllü ünsa ve ma teğıydul erhamü ve ma tezdad ve küllü şey’in ındehu bi mıkdar.”

Ortalarında bir leğen içinde tabureye oturmuş genç bir kadın vardı. Ayakta olan yaşlı bir kadın elindeki tasla genç kadının başından aşağı yanındaki kovadan aldığı suyu boca ediyordu. Saçlarının arasından ve kürek kemiklerinden köpüklü sular inmeye başladığında çember oluşturan kadınlar bir ağızdan yeniden dua etmeye başladılar:

ı

“Gök gürültüsü Allah’ı överek tenzih eder; O’nun korkusundan dolayı melekler de buna katılır. Onlar Allah hakkında tartışıp dururken O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar. O’nun azabı pek şiddetlidir.”

“Allah her dişinin karnında neyi taşıdığını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir. O’nun katında her şey bir ölçüye bağlıdır.”

“Enzele mines semai maen fe salet evdiyetüm bi kaderiha fahtemeles seylü zebeder rabiya ve mimma yukıdune aleyhi fin naribtiğae hılyetin ev metaın zebedüm mislüh kezalike yadribüllahül hakka vel batıl fe emmez zebedü fe yehebü cüfaa ve emma ma yenfeun nase fe yemküsü fil ard kezalike yadribüllahül emsal. “3

Genç kadın, kucağında kendisiyle beraber yıkanan bebeği, uzanıp yerden aldığı havlunun içine koydu ve çemberin içinde ayakta duran yaşlı kadına uzattı. Bebeği kucağına alan yaşlı kadın, onu severken bir iki kez sağına soluna dönmüştü. Onun yüzünü yandan görünce dehşete kapıldı. Bu kayınvalidesiydi. Gördüğü manzaranın ürpertici havası tüm bedenini sardı. Olduğu yerde dikilmeye ve olanları izlemeye devam etti. Kayınvalidesi, çocuğu kucağına alıp öptükten sonra tekrar leğen içindeki kadının kucağına verdi. Cebinden çıkardığı küçük bir şişeyi leğenin içine daldırıp doldurdu. Kapağını kapatıp cebine koydu. Kayınvalidesinin ve diğer kadınların yaptıklarının ne anlama geldiğini, bir türlü olan biteni anlayamadığı için titreyen dudaklarını yavaşça aralayıp:

“A nne! Ne yapıyorsun?” Diye seslendiğinde hepsi birden bakışlarını ona çevirdi. Yüzlerinde insanı tedirgin eden tuhaf bir tebessüm belirdi. Birdenbire gözleri simsiyah kesildi. Üzerine doğru yürümeye başladıkları anda geri adım atmak istedi; ama yapamadı. Vücudu sanki taş kesilmişti. Biraz sonra etrafını sarmışlardı. Gırtlağına bir yumru oturmuş, nefes alamıyordu. Dili ağzında büyümüştü, konuşma yetisi elinden alınmıştı. Yavaş yavaş nefesinin daralmaya başladığını hissetti.

Kadınların etrafında oluşturdukları çember gittikçe daralıyordu. Birden havaya yükselmeye başladı. Yükseldikçe geriye doğru yatıyordu. Tam havaya kalktığında yatar pozisyondaydı ve aşağıdakilerin yere oturup yine birtakım dualar okumaya başladığını gördü. Göz bebekleri birden kaydı ve trans halinde havada süzülmeye başladı. Yavaş yavaş yere indi, göz bebekleri eski yerlerine gelmişti ve yatar pozisyondayken kayınvalidesinin üzerine doğru eğilip az evvel doldurduğu şişeden başına yedi damlattığını gördü. Damlalar, alnındaki deriden içeriye girip yanaklarının içinden süzülerek boğazına indi. Gırtlağından aşağıya kayıp karın bölgesinde toplandı.

Karın bölgesi bir tepecik gibi şişmeye başladı. Kamı gittikçe büyüdü ve vajinasından su gelmeye başladı. Ani kasılmalarla sarsılan aşağı kısmı gittikçe şiddetlenen sancılarla kavruluyor gibiydi. Acı içinde çığlıklar atmaya başladı. Az evvel kamında büyüyen şey neyse dışarı çıkmak için sabırsızlanıyor gibiydi. Kasılmaları ve sancıları doruğa ulaşıp inanılmaz acılarla kıvranmasına sebep olduğu anda bir bebek ağlaması duydu. Aldığı derin derin nefesle göğüs kafesi inip kalkarken gözleri kayınvalidesinin kucağında kanlar içinde duran bebeğe takıldı. Az evvel yaptığı doğumun verdiği yorgunluk hissi yerini dehşete bırakmıştı. Doğurduğu bebeğin kulakları sipsivri, gözleri simsiyahtı ve arkasında küçük ve sivri bir kuyruk vardı. Artık yaşadıkları katlanılamaz bir boyuta ulaşmıştı, gözyaşları içinde çığlık atmaya başladı:

“Haaaaayyyyymıımrrrrrrr! ! ! ! !”

Yatağında dikilip derin derin soluk almaya başladı. Göğsü hızlı nefes alışverişiyle emme basma bir tulumba gibi inip kalkıyordu. Ürkek gözlerle etrafı süzdüğünde yatak odasında olduğunu fark etti. Eşi Selim, yanındaydı ve derin bir uykudaydı. O anda gördüklerinin birer kabustan ibaret olduğunu anladı. Rahatlayan sinirleriyle birlikte kendini geriye attı ve bedenini yatağına bıraktı. Fakat az evvel aniden dikilmesiyle birlikte alnından aşağıya bir şeylerin aktığını fark etmişti. Önce terlediğini ve alnında biriken terlerin aşağıya süzüldüğünü sandı. Fakat elini yüzüne sürüp avucunda biriken suya baktığında içinde sabun kırıntıları olan atık su damlaları olduğunu gördü. Göğsü sıkışmaya başladı. Acaba hala kabus mu görüyordu? Vücudunun çeşitli yerlerini yokladı. Hayır, uyanmıştı. Kabus zannettiği şeyleri acaba yaşamış mıydı? Derin bir uyku halindeyken de buraya mı taşınmıştı? Neler olup bittiğini anlamaya çalıştı; ama aklı ve mantığı bir türlü yaşadığı bu garipliği açıklayamıyordu.

3

“O, gökten su indirdi; su, vadiler dolusunca sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan köpüğü taşıyıp götürdü. Yaktıkları ateşin üzerine koyup eriterek süs eşyası veya alet yapmak istedikleri madenlerden de üste böyle köpük çıkar. İşte Allah hak ile batıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider; insanlara fayda veren şeye gelince, o dünya durdukça durur. İşte Allah böyle misaller getirir.”

Sabah kahvaltısında kayınvalidesine kaçamak bakışlar attı. Tüm ilgisini kocasının üzerinde toplamaya çalıştı. Gece yaşadıklarını, sabah uyandığı karşılaştığı tuhaf manzarayı aklından çıkarmak istiyordu. Sanki ona doğru bakarsa geceki kabus yakasına bir bukağı gibi takılıp kalacak ve kendisini o korkunç çemberin içine çekecekti. Onunla göz göze gelmemek için çokça çaba sarf ediyordu. Ondan kendisine doğru gelen; göremediği, anlayamadığı ve tanımlayamadığı bir korku dalgası teninde geziniyordu. Aniden bir şeyler olacakmış ve başına korkunç şeyler gelecekmiş hissiyle diken üstünde duruyordu. Eşini uğurladıktan sonra onunla baş başa kaldığı evde karşılaşmamak ve konuşmamak için elinden geleni yaptı.

Ayşe, eşiyle bir süredir çocuk meselesi yüzünden sorunlar yaşıyordu. Bir türlü çocukları olmuyordu. Hamile kaldıktan kısa bir süre sonra düşük yapıyordu ve gittiği hiçbir doktor bu duruma çare bulamamıştı. Yine benzer bir durumun kayınvalidesi Mukaddes Hanım’ın misafirliğe geldiği bir döneme denk gelmesi onu iyiden iyiye germişti. Bir de üzerine bu kabusu görmesi hepten sinirlerini alt üst etmişti. Biraz da bu durumun yarattığı gerginlik ve uzun zamandır yaşadığı stresin vermiş olduğu tükenmişlik sebebiyle öğleden sonra çöken ağırlığın etkisiyle odasına çekilmiş ve yatağına uzanmıştı.

Gece gördüğü kabusun ne anlama geldiğini düşünmeye başladı. Kabustaki o kadınlar neyin nesiydi? Bebeği olan kadını, bebeğin o sevimli fakat ürpertici görünümünü bir türlü zihninden atamıyordu. Peki, ya kayınvalidesi? Neden böyle kabuslarına girmişti ve ona yaptığı şeyi görmesine sebep olan şey neydi? Acaba bilinçaltına bastırdığı duyguların veya düşüncelerin bir yansıması mıydı? Çocuk sahibi olamamanın yarattığı stres bunları görmesine sebep olmuş olabilirdi. Ama ya sabah uyandığında yüzünden eline bulaşan o atık su neyin nesiydi? Tüm gördüğü şeyler bir kabustan ibaretse bu olanın anlamı neydi? Düşündükçe kafası iyiden iyiye karıştı. Bir süre sonra düşünmekten yorgun düşen zihni yavaş yavaş uyuşmaya ve göz kapaklan ağırlaşmaya başladı. Birkaç dakika sonra uykuya dalmıştı.

Gözlerini açtığında sırtüstü yatıyordu. Fakat hareket edemediğini fark etti. Tüm vücudu felç geçirmiş gibi hareketsizdi ve bedenine söz geçiremiyor, onu hareket ettiremiyordu. Bu beklenmedik durumda yaşadığı şok duygusu yerini korkuya bırakmaya başladı. Pencereden ışık vuruyordu. Hala gündüz vakti olmalıydı. Hareket etmek için çabaladı. Birkaç başarısız denemeden sonra sakinleşmeye ve durumunu gözden geçirip düştüğü bu durumdan nasıl kurtulabileceğini düşünmeye başladı.

Pencereden içeri giren sapsan gün ışığı yerini gitgide mavimsi bir ışığa bıraktı. Oda hafif karardı ve tüm manzara mavinin tonlarında bir renk aldı. Halen hareket edemiyor ve yardım istemek için ağzını açamıyordu. Oda kapısının yavaşça açıldı. Göz yuvarlan yaşadığı korkunun artmasıyla kocaman açılmış ve nefes alıp vermesi sıklaşmaya başlamıştı. Başına ne gibi korkunç şeyler geleceğini düşünürken kapının önünden bir karaltının geçtiğini gördü. Aynı karaltı birkaç saniye sonra kapının önünde durdu. Bu simsiyah upuzun saçları yüzünü örten bir kadındı. Üzerinde kopkoyu mavi ve upuzun bir elbise vardı. Ayaklan çıplaktı. Başı öne doğru eğikti. Elbisesinin üzerinde minik kulak, burun, parmak ve göz parçalan vardı. Bu et parçalarının sahibi ancak bebekler olabilirdi. Gözlerine inanamıyordu. Kendisine doğru yavaşça yürümeye başladığında bir bebek gülüşü duydu. Sanki yaramaz ve korkunç emelleri olan bir bebeğin ruhu, karşısında korkunç bir varlığa dönüşerek onu ziyarete gelmişti.

Elbisenin her yerine kalın ipliklerle bu et parçalarından dikilmişti. Bu et parçalarından sızmış kan lekeleri, koyu mavi elbisenin üzerine siyah lekeler oluşturmuştu. Kadın gitgide ona yaklaştı ve tam yatağın kenarında durdu. Ayşe, göğüs kafesine çöken ağırlık sebebiyle nefes alıp verirken zorlanmaya başladı. Karşısındaki varlığın ona neler yapabileceğini hayallerken ani bir hareketle yüzüne dökülen uzun siyah saçları yüzünden kaldırmış ve başını geriye atmıştı. Açılan yüzünün rengi soluk ve açık mavi renkteydi. Gözbebekleri yoktu, onun yerine hafif mavi tonda bir kısım vardı ve dudakları koyu lacivert rengindeydi. Elleri buruşuk, parmaklan son derece ince ve uzundu. Tırnaklan uzun ve gittikçe kıvrılıp çengel halini alan bir şekildeydi.

İşaret parmağını dudaklarına götürüp ona “sus” işareti yaparak sakin olmasını istedi. Sonra ellerini yukarıya kaldırıp “Ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihı vel melaiketü min hıyfetih ve yürsilüs savaıka fe yüsıybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedıdül mihal” diye dua etti. Bu, gece kabusunda işittiği dualardan biriydi. Şaşkınlığı ve korkusu giderek artıyordu. Kulaklarını sağır eden bir gök gürültüsü sesiyle birlikte varlığın etrafında şimşek çakmasına benzer parıltılar görmeye başladı. Gözlerindeki o hafif mavi ton da gittikçe ışıldamaya başladı. Yatağı birden göğe uçtu, bir dizi şimşeğin gökyüzünü yaladığı ve korkunç fırtınaların nevresimin sarkan uçlarını savurduğu, sonsuzluğa uzanan bir hava kürenin içinde buldu kendini. Açık mavi renkte bulutlar etrafında esen güçlü rüzgarın etkisiyle hızla dönüyordu. Yatağın ucundaki varlık gittikçe yükseldi ve korkunç kahkahalar atmaya başladı.

Manzara gittikçe dehşetengiz bir hal almaya ve tuhaflaşmaya başladı. Fakat onu esas şoka sokacak şey henüz başlamıştı. Yatağının ucunda havaya yükselen bu varlığın yüzü gittikçe biçim değiştirmeye ve kayınvalidesi Mukaddes Hanım’ın suretine bürünmeye başladı. Yaşadığı dehşet duygusu iki katına çıkmıştı. Va rlık veya kaynanası, artık hangisinin gerçek hangisinin az evvel gördüğü o garip varlık olduğunu kestiremiyordu, yine aynı duayı okumaya başladı: “Ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihı vel melaiketü min hıyfetih ve yürsilüs savaıka fe yüsıybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedıdül mihal.”

Bu duayı müteakip ağzını iyice açtı. Öyle ki ağzı gittikçe büyüdü ve sanki tüm yüzünü kapladı. İçinden parıltısı giderek artan mavi bir ışık topu belirdi. Top gittikçe büyüdü ve parlaklığının zirve yaptığı bir anda içinden çıkan çok güçlü mavi renkte bir yıldırım fırlayarak Ayşe’nin göğüs kafesine isabet etti. Vücuduna isabet eden bu güçlü akımın etkisiyle güçlü bir şekilde kasıldı. Vücuduna akan enerjiyi tüm vücudunda, kaslarında ve nöronlarında şiddetli bir acıyla hissetti. Yine bir bebek gülüşü duydu ve kamının hızla şişerek kasılmalarının başladığını fark etti. Biraz sonra kasılmaları kesilmişti ve yatağının ucundaki kayınvalidesinin kucağında, gece kabusunda gördüğü bebek yine belirmişti.

Vücuduna akan enerji giderek güçlendi. Ferinin kesildiğini duyumsuyordu. Artık ölümün yakın olduğunu düşündüğü ve onu sarsan gücün gittikçe kuvvetlendiği bir anda yatağında sıçrayarak uyandı. Tüm vücudu terden sırılsıklam olmuştu. Göğüs kafesi gördüğü kabusun etkisiyle aldığı kuvvetli nefeslerin etkisiyle hızlı ve derin derin kalkıp iniyordu. Elleriyle yüzünü, vücudunu ve yatağını yokladı. Gözleri etrafı saniyeler içinde kolaçan etti. Yanılmıyordu, odasındaydı. Gerilen sinirleri rahatlamaya başladı ve yatağın içinde oturup düşünmeye başladı. Gördüğü tüm bu tuhaf kabusların ve kayınvalidesinin geldiği günden beri hissettiği anlamsız korku duygusunun mutlaka bir sebebi vardı. Tüm bunların sebebini öğrenmek için bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Acaba bilmediği ve anlamadığı şeylerle uğraşıyor ve onun üzerinde mi tatbik ediyordu?  Bunu öğrenmenin bir yolu vardı. Fark ettirmeden onu takip edecekti, her yaptığını gizlice izleyip neler olduğunu anlamaya çalışacaktı.

 

***

Akşam yemeğinde fazla konuşmamışlardı. Ayşe, bu defa korksa da “ne yaptığını biliyorum” diyen imalı bakışlarla kayınvalidesini iki de bir süzüyordu. Yüreğinde hissettiği korkuyu bastırmak güç olsa da birkaç gündür gördüğü korkunç kabusların sebebini öğrenme isteği ağır basmaya başlamıştı. Mesele sadece gördüğü kabuslar değildi. Bir süredir evde kaynağını bulamadığı pis kokular, evin çeşitli yerlerinde yaşanan ani soğumalar, kaynağını bilmediği sesler ve koridorda yürürken kulağının dibinde duyduğu hırıltılar, aniden düşen ve kırılan çerçeveler ile eve gözlerini dikip uzun uzun uluyan ve havlayan köpekler… Bu kadar garip olay ve görülen kabuslar bir şeylere işaret ediyor olmalıydı. En kısa zamanda bunların nedenini öğrenmeye kararlıydı.

İşaret parmağını dudaklarına götürüp ona “sus” işareti yaparak sakin olmasını istedi. Sonra ellerini yukarıya kaldırıp “Ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihı vel melaiketü min hıyfetih ve yürsilüs savaıka fe yüsıybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedıdül mihal” diye dua etti. Bu, gece kabusunda işittiği dualardan biriydi. Şaşkınlığı ve korkusu giderek artıyordu. Kulaklarını sağır eden bir gök gürültüsü sesiyle birlikte varlığın etrafında şimşek çakmasına benzer parıltılar görmeye başladı. Gözlerindeki o hafif mavi ton da gittikçe ışıldamaya başladı. Yatağı birden göğe uçtu, bir dizi şimşeğin gökyüzünü yaladığı ve korkunç fırtınaların nevresimin sarkan uçlarını savurduğu, sonsuzluğa uzanan bir hava kürenin içinde buldu kendini. Açık mavi renkte bulutlar etrafında esen güçlü rüzgarın etkisiyle hızla dönüyordu. Yatağın ucundaki varlık gittikçe yükseldi ve korkunç kahkahalar atmaya başladı.

Manzara gittikçe dehşetengiz bir hal almaya ve tuhaflaşmaya başladı. Fakat onu esas şoka sokacak şey henüz başlamıştı. Yatağının ucunda havaya yükselen bu varlığın yüzü gittikçe biçim değiştirmeye ve kayınvalidesi Mukaddes Hanım’ın suretine bürünmeye başladı. Yaşadığı dehşet duygusu iki katına çıkmıştı. Varlık veya kaynanası, artık hangisinin gerçek hangisinin az evvel gördüğü o garip varlık olduğunu kestiremiyordu, yine aynı duayı okumaya başladı: “Ve yüsebbihur ra’dü bi hamdihı vel melaiketü min hıyfetih ve yürsilüs savaıka fe yüsıybü biha mey yeşaü ve hüm yücadilune fillah ve hüve şedıdül mihal.”

Bu duayı müteakip ağzını iyice açtı. Öyle ki ağzı gittikçe büyüdü ve sanki tüm yüzünü kapladı. İçinden parıltısı giderek artan mavi bir ışık topu belirdi. Top gittikçe büyüdü ve parlaklığının zirve yaptığı bir anda içinden çıkan çok güçlü mavi renkte bir yıldırım fırlayarak Ayşe’nin göğüs kafesine isabet etti. Vücuduna isabet eden bu güçlü akımın etkisiyle güçlü bir şekilde kasıldı. Vücuduna akan enerjiyi tüm vücudunda, kaslarında ve nöronlarında şiddetli bir acıyla hissetti. Yine bir bebek gülüşü duydu ve kamının hızla şişerek kasılmalarının başladığını fark etti. Biraz sonra kasılmaları kesilmişti ve yatağının ucundaki kayınvalidesinin kucağında, gece kabusunda gördüğü bebek yine belirmişti.

Vücuduna akan enerji giderek güçlendi. Ferinin kesildiğini duyumsuyordu. Artık ölümün yakın olduğunu düşündüğü ve onu sarsan gücün gittikçe kuvvetlendiği bir anda yatağında sıçrayarak uyandı. Tüm vücudu terden sırılsıklam olmuştu. Göğüs kafesi gördüğü kabusun etkisiyle aldığı kuvvetli nefeslerin etkisiyle hızlı ve derin derin kalkıp iniyordu. Elleriyle yüzünü, vücudunu ve yatağını yokladı. Gözleri etrafı saniyeler içinde kolaçan etti. Yanılmıyordu, odasındaydı. Gerilen sinirleri rahatlamaya başladı ve yatağın içinde oturup düşünmeye başladı. Gördüğü tüm bu tuhaf kabusların ve kayınvalidesinin geldiği günden beri hissettiği anlamsız korku duygusunun mutlaka bir sebebi vardı. Tüm bunların sebebini öğrenmek için bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Acaba bilmediği ve anlamadığı şeylerle uğraşıyor ve onun üzerinde mi tatbik ediyordu? Bunu öğrenmenin bir yolu vardı. Fark ettirmeden onu takip edecekti, her yaptığını gizlice izleyip neler olduğunu anlamaya çalışacaktı.

***

Akşam yemeğinde fazla konuşmamışlardı. Ayşe, bu defa korksa da “ne yaptığını biliyorum” diyen imalı bakışlarla kayınvalidesini iki de bir süzüyordu. Yüreğinde hissettiği korkuyu bastırmak güç olsa da birkaç gündür gördüğü korkunç kabusların sebebini öğrenme isteği ağır basmaya başlamıştı. Mesele sadece gördüğü kabuslar değildi. Bir süredir evde kaynağını bulamadığı pis kokular, evin çeşitli yerlerinde yaşanan ani soğumalar, kaynağını bilmediği sesler ve koridorda yürürken kulağının dibinde duyduğu hırıltılar, aniden düşen ve kırılan çerçeveler ile eve gözlerini dikip uzun uzun uluyan ve havlayan köpekler… Bu kadar garip olay ve görülen kabuslar bir şeylere işaret ediyor olmalıydı. En kısa zamanda bunların nedenini öğrenmeye kararlıydı.

Akşam yemeğinden sonra erkenden odalarına çekilmişlerdi. Eşi, işte çok yorulduğunu ve bir an önce uyumak istediğini söylemiş ve yatağa uzanır uzanmaz uykuya dalmıştı. Uykusunun derinleştiğini fark eden Ayşe, abajurunu yakıp kitap okumaya ve zihnini biraz olsun yaşadığı gerginliklerden arındırmaya çalışıyordu. Ama bir türlü odaklanamıyordu. Kendini yaşadıklarını düşünürken buluyor ve bir obsesyon hastası gibi zihninden uzaklaştırmaya çalıştığı düşüncelerin bataklığına çırpındıkça batıyordu. Yaşadığı sinir harbinin zihnini yorduğunu hissetmeye başladı ve bir süre sonra uyuyakaldı.

Gecenin ilerleyen vaktinde koridordan ayak seslerinin geldiğini işiterek uyandı uykusundan. Önce emin olamadı. Yastıktan başını kaldırıp kulak kesildi gelen seslere. Evet, yanılmıyordu. Birisi koridorda yürüyordu ve eşi yatağında uyuduğuna göre bu kayınvalidesinden başkası olamazdı. Tüm gün zihninde tasarladığı baskın anını düşünerek büyük bir heyecan duydu. Belki şimdi tam da sırasıydı. Yaşadığı korkutucu olayların ve gördüğü kabusların sebebi olan şeyler her neyse kayınvalidesiyle alakalı olduğuna emindi ve şu an belki de bu olanlara sebep olan şeyleri yapmak için bir faaliyet içinde olabilirdi.

Onun yattığı odanın kapısının kapandığını duyunca yatağından yavaşça çıkarak hırkasını sırtına giydi. Ay bu gece dolunay halindeydi, göğün en tepesine varmıştı ve mavimsi bir renkte parıldıyordu. Terliklerini ayağına geçirip ses çıkarmamaya dikkat ederek oda kapısını açtı ve yavaşça kapadı. Parmak uçlarında yürüyerek koridorun sonundaki, kayınvalidesinin kaldığı odaya doğru yavaşça ilerlemeye başladı. Oda kapısının tam önüne geldiğinde yüreği göğüs kafesini parçalayıp çıkacakmış gibi atıyordu. Nefes alıp verişi hızlanmış ve göğüs kafesi ritmi gittikçe artarak kabarıp iniyordu. Kapının altından ve anahtar deliğinden ölgün bir san ışık geliyordu. İçeride mum yakılmış olduğunu anladı. Sağ gözünü yavaşça anahtar deliğine yanaştırıp içeriyi gözetlemeye başladı.

Mukaddes Hanım, önünde bir rahleyle yere oturmuştu. Yazı takımından divit kalemle bir mürekkep hokkasını çıkarıp rahlenin üzerine koydu. Divit kalemi açtığı mürekkep hokkasına daldırarak dua okumaya başladı: “Allahü ya’lemü ma tahmilü küllü ünsa ve ma teğıydul erhamü ve ma tezdad ve küllü şey’in ındehu bi mıkdar.” Ayşe kulaklarına inanamıyordu. Bu dün gece gördüğü kabusta, salonun ortasında çember oluşturan kadınların okuduğu duanın aynısıydı. Neler olacağını görmek için artan heyecanını bastırdı ve izlemeye devam etti.

Kadın, duayı tekrar edip önündeki kağıda bir şeyler yazmaya başladı. Ayşe, bunun muska olabileceğini düşündü. Kayınvalidesi, duayı her tekrarladığında kağıdın üzerine üflüyordu. Kağıdın dört bir yanına okuduğu duayı yazıp üfledikten sonra kağıdın ortasına bir kadın figürü çizdi ve dört tarafına gelini Ayşe’nin adını “Ayşe binti Mustafa” şeklinde yazdı. Karın bölgesine bir rahim çizip içine bir cenin resmi kondurduktan sonra üç kere “Ya eyyuha ifrit! Saidni min fadlık!”4 diyerek yazdığı muskadaki kadın ve bebek figürüne üfledi.

Bu işlemleri bitirdikten sonra yerinden kalktı. Komodine doğru yürüdü ve üzerindeki tas ile tahta kaşığı aldı. Çekmecesinden küçük bir şişe alıp kapadı. Ayşe, gözlerine inanamıyordu. Önceki gece kabusunda gördüğü şişenin aynısıydı ve içinde de bulanık bir su vardı. İçindeki suyun garip görüntüsünden, sabahleyin uyanıp yüzünü eline sürdüğünde avucuna bulaşan atık su olduğuna emindi. Kadın, az evvel oturduğu yere çöktü ve getirdiği tasın içine şişedeki suyu boca etti. Şişenin ağzını kapatıp bir kenara koydu. Az evvel yazdığı muskayı tasın içine batırdı ve tahta kaşıkla karıştırıp ezmeye başladı. İyice ufalandığından emin olduktan sonra yerinden kalkıp tası eline aldı. Pencereye yöneldi, usulca açıp elindeki tası pencerenin önündeki mermer çıkıntıya koydu. Aya doğru yüzünü dönüp “Ya eyyuha ifrit! Saidni min fadlık!” cümlesini birkaç kez tekrar etti.

Ayşe, artık olan bitenin kayınvalidesinin yaptığı büyülerden kaynaklandığını anlamıştı. Daha fazla bekleyemedi ve kapıyı sert bir şekilde açıp odaya girdi. Kapının açıldığını duyan Mukaddes Hanım, olduğu yerde sıçrayıp refleksle geriye döndü. Kendisine hışımla bakan gelinini görünce korkusu yerini endişeye bıraktı.

4 “Ey ifrit! Lütfen bana yardım et!”

Tam ağzını açıp bir şeyler söylemeye niyetlendiği sırada görünmeyen bir güç onu açık pencereden dışarı çekti. Kadın, çığlık atmaya vakit dahi bulamamıştı. Birden kendini evin dışında ve havada buldu. Gördüğü olay karşısında birkaç saniyesini şaşkınlıkla geçiren Ayşe ise hemen pencereye koşup başını dışarı çıkardı.

Mukaddes Hanım, masmavi bir renk almış dolunayın tam ortasında havada asılı duruyordu. Yaşadığı panik ve korkuyla çığlık atmaya ve yardım istemeye başladı. Selim, annesinin yardım çığlıklarıyla uyanmış ve hemen odaya koşmuştu. Eşinin pencereden dışarı baktığını görünce annesinin pencereden aşağıya düşmüş olduğunu sandı. Koşup eşinin yanından kafasını uzattığında gözlerine inanamadı. Annesi evin biraz ilerisinde havada asılı bir şekilde duruyordu. Az sonra kendi ekseninde dönmeye ve yatar pozisyona gelmeye başladı. Dönüşü gittikçe hızlandı ve ayın parlak mavi rengi kararmaya ve koyu bir renk almaya başladı. Ayşe’nin nutku tutulmuş, konuşamıyordu. Gündüz kabusunda gördüğü olayların bir benzeri gözlerinin önünde canlanıyordu. Selim, pencereden uzanarak ulaşamayacağını bile bile elini annesine doğru uzatıyor ve ona yardım edememenin çaresizliğiyle olduğu yerde çırpınıyordu:

“Annneeeeee ! Annneeeeeeeeeeeeeeeeee ! ”

Mukaddes Hanım’ın göz bebekleri kaymış ve göz akları mavi bir renge bürünmüştü. Eklem yerlerinden ve kemiklerinden çatırtı sesleri yükselmeye başlamıştı. Kolları ve bacakları tersine kıvrılmaya ve çatırtılar çıkararak kırılmaya ve parçalanmaya başladı. Bir süre sonra tüm vücudunun şekli kırılan kemikleri yüzünden bozuldu. Kadının kafası, tam geriye dönerek boyun kemiği büyük bir çatırtı sesiyle kırıldı. O esnada Ayşe, gündüz uykusunda gördüğü o varlığın hemen aşağıda olduğunu fark etti. Gözleri ona takılır takılmaz varlık da gözlerini Ayşe’ye dikti. Yüzünde beliren tuhaf tebessümle gözleri Mukaddes Hanım’a kaydı. O esnada gökyüzünde biriken simsiyah bulutlardan güçlü bir yıldırım yaşlı kadının bedenine isabet etti ve onu yere çarptı. Her şey bir anda olup bitmişti. Az evvel evin bahçesinde beliren varlık ortadan yok olmuş, ay eski rengine dönmüştü. Ayşe, yaşadığı şokun etkisiyle olduğu yere bayılıp yığıldı. Selim ise bedeni pencereden sarkmış, elini annesine doğru uzatmış ve gözlerinden akan yaşlarla çığlık çığlığa öylece donup kalmıştı:

“Annneeeeee ! Annneeeeeeeeeeeeeeeeee ! ”

***

Olay, polis raporuna kaza olarak geçmişti. Ne Ayşe ne de Selim olan biten hakkında konuşma cesaretini gösterememişlerdi. O lanetli geceden sonra yeni bir eve taşınmışlardı. Annelerinin mezarına bir kez gidebilmişlerdi. Yaşadıkları korkunç olayı bir türlü zihinlerinden atamıyorlardı. Mezar ziyaretine gitmek fikri tüylerini diken diken ediyordu. Aynı sonu yaşamaktan korkuyorlardı. Yeni evleri onlara uğurlu gelmişti. Taşındıklarının ikinci haftasında Ayşe, eczaneden aldığı gebelik testinin pozitif çıkması üzerine hastaneye gidip bir kan testi yaptırarak emin olmak istemişti. Sonuç müspetti, sonunda çok istedikleri bebeğe kavuşacaklardı. Bu gelişmeyle eşiyle araları da düzelmiş ve her şey yoluna girmişti.

Hamileliğinin onuncu haftasında kontrol için hastaneye birlikte gitmişlerdi. Doktor, genç çifti her zamanki güler yüzüyle karşılamış ve nları içeriye alarak hemşireye Ayşe’nin hazırlanması için emir vermişti. Sedyeye uzanan Ayşe, mutluluk saçan bakışlarını Selim’den alamıyordu. Biraz sonra doktor, odaya döndü ve güler yüzlü bir tavırla:

“Tekrar hoş geldiniz Ayşe Hanım, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”

“Gayet iyiyim. Bugüne kadar hiç olmadığım şekilde hem de.”

“Son zamanlarda hiç sancınız oldu mu? Herhangi bir sorun yaşadınız mı?”

“Hayır hayır, hiçbir sorun olmadı.”

“Pekala, bakalım küçük yaramaz içeride neler yapıyormuş. Büyümesi ne durumda bir görelim annesi!”

Ayşe’nin yüzü tatlı bir tebessümle çiçek bahçesine dönmüştü. Doktor, kadının açılan göbeğine sürdüğü jeli iyice yaydı ve ultrason aparatını karında gezdirerek bebeğin görüntüsünü yakalamaya çalıştı. Bebeği görünce birkaç saniye bekledi ve ultrasonun sesini açtı. Selim de Ayşe’nin yanına gelmişti ve elini tutarak ona yanında olduğunu hissettiriyordu. Biraz sonra bebeğin kalp atışlarını duymaya başladıklarında üçü birden neşeyle gülüştüler. Doktor:

“Eveeett, minik yaramaz gayet sağlıklı ve kalp atışları da gayet düzenli. Bir sorun göremiyorum.”

Ayşe: “Allah’ıın, sana binlerce kez şükürler olsun!”

Fakat bu mutluluk anları biraz sonra doktorun yüzünde beliren şaşkın bakışlarla bozuldu. Ayşe, doktorun yüzündeki ani değişimi fark edince bir terslik olduğunu anladı:

“Doktor Bey, ne oldu? Bir terslik mi var?” Doktor, endişeli bakışlarla ona bakmış ama bir şey söyleyememişti. Seliın’in gözleri de ekrana kilitlenmişti. Gözleri şaşkınlıkla ekrana bakıyordu. Yaşadığı şokla boğazı kurumuş, yutkunmaya çalışıyor ama başarılı olamıyordu. Gördüğü bu manzara karşısında gerilen Ayşe, yerinden doğrulup ultrasonun ekranına başını çevirince tüm bedeni buz kesti. Ölen kaynanasının sureti ekranın sol tarafında belirmişti ve şeytani bir tebessümle oradan Ayşe’ye bakıyordu. Ekran koyu mavi bir renk alınıştı ve ortasında duran cenin, gelecekte meydana getireceği korkunç olayları muntazır bir halde o muayyen zamanı sessizce bekliyordu.

-Bitti-

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz