En Çok Okunanlar

Benzer Başlıklar

Çelebi İle Olağanüstü Bir Gece

Sje sjeshhynje.
– Bizim oğlan, ne der bre bu adam?
– Korkuyormuş Çelebi Hazretleri.
– Biz de korkuyoruz Allah için.

Çelebinin önündeki Çerkez söylenmeye devam etti. Çelebi ne diyor bu, diye sormayacaktı ama içindeki merak duygusunu bir kez daha yenemedi. Tercümanlığını yapan genç oğlanın koluna hafifçe dokundu:
– Şimdi ne der?
– Siz gelmeseymişsiniz keşke, der efendim. Bu ölü cadı aramayı bunlar bilirmiş lakin sizin gibi bir beyzade için tehlikeli bir meşgale imiş.
– Ne beyzadesi bre! Çelebiyim ben. Ömrüm yollarda geçmiş. Bak üstüme! Kıçım başım yamalı! Bu efendi de bize yakıştıracak sıfat bulamadı da beyzade mi diyor! Hiç Osmanlı beyzadesi görmemiş anlaşılan.
– Nereden görsün Çelebi Hazretleri? Sizi önemsediğinden ve sizin ıçın endişelendiğinden öyle diyor.
Çelebi, beyzade yakıştırmasına biraz öfkelense de oğlanın yatıştırıcı sözleri karşısında sakinleşti. Attığı her adımın, yaptığı her işin tek sebebi olan iflah olmaz merak duygusunu bir kez daha hasıraltı ederek içli içli dertlendi:
– Ne yapayım bizim oğlan, sabiyi o halde görüp de yerinde yan gelip yatmak ne mümkün. O meluna bir fiske de ben yapıştırabilirsem ne mutlu bana!
– İnşallah Çelebi Hazretleri.
Gerçekten sabinin halini görünce onu bu hale getiren yaratığın ne olduğunu, nasıl bir mahluk olduğunu görmez ise geceler boyu uyuyamayacağını gayet iyi biliyordu Çelebi. İlk önce bulunan cadıcıya bu melun mahluku bulunca mümkünse canlı değilse ölüsüyle köye getirmesini rica etti. Lakin cadıcı bu teklifini reddetti. Çelebi teklifinin keyfiyetten reddedildiğini düşündüğünden yüzünü düşürünce cadıcı açıklama yapma ihtiyacı hissetmişti. Bu mahluku – yani ölü cadıyı- yattığı mezarında kazıklayıp yakmaları gerekiyordu. Bu yüzden Çelebi’ye getirebileceği bir avuç külden başka bir şey değildi.
Çelebi korkak bir adam değildi. Kimsenin gitmeye cesaret edemediği yollardan çekinmeden giderdi. Erzaksız, susuz kalacağını bile bile yollara revan olurdu. Tek isteği içindeki merak duygusunun tatmin edilmesi; farklı, yeni şeyler görmeye devam etmesiydi. Ama bu olay bu yaşa kadar şahit olduklarından bambaşka bir olaydı:
Ölü cadının hışmına uğramış sabinin sanki bütün kanı vücudundan çekilmiş gibiydi. Üzerine bir hastalık gelmiş olabileceğini ya da zehirli bir böceğin ısırığına maruz kaldığını düşündü Çelebi. Çocuğun boynunda açılmış iki deliği gördüğünde zavallının kanının buradan çekildiğini anlamıştı. Bunu yapanın bir hayvan olabilme ihtimali de pek yoktu.
Mezarlığa yaptıkları yuruyuş devam ederken Çelebinin aklına yine bir ayrıntı takıldı.
– Bizim oğlan bak bre!
Buyurun Çelebi Hazretleri.
– Bu melun mahluka ölü cadı dediğimize göre bunun bir de canlısı olması gerek. Peki, biz nereden biliyoruz bizim melunun ölü cinsinden olduğunu. Bu kenefin canlı olmadığı ne malum?
– Size şöyle söyleyeyim Çelebi Hazretleri, çocukcağızın boynunda bir de çamurlu el izi gördüler. Bu da demek oluyor ki bu cadı cinsi mezardan hortlamış. Hortlamış da elini yüzünü temizlemeye va kit bulamamış.
– Belki de ihtiyaç duymamıştır!
– O da mümkündür. Hem ölü olması daha iyidir. Canlısı insan içinde, insan kılığında dolaşır da bulması bir hayli güçtür. Şehir şehir, kasaba kasaba gezip aramak gerekir. Ölüsünü bulmak kolaydır. Mezarında usul usul yatar derler.
– Yani canlısı ölüsünden daha akıllı.
– Öyle olsa gerek. Ölüsünün beyni toprak altında beklemekten çürümüştür herhalde.
– Peki, bu ölü cadının bu mezarlığın ahalisinden olduğunu nereden biliyoruz?
– Cadıcı bilir onu Çelebi Hazretleri. İsterseniz ona sorayım.
– Boş ver! Cadı araya araya o herifin de nuru kaçmış. Şimdi terslemesin bizi. Sıkılmasın canımız.
Çelebi genç oğlanı sevmişti. Sorularına sıkılmadan cevap veren, sabırlı, hoş sohbet insanları severdi. İlk tanıştığında birçok insan böyle olurdu fakat uzun süren sohbetlerden, alakalı alakasız sorulardan sonra sabırları taşardı. Güler yüzle karşılanan Çelebi, palas pandıras yolcu edilirdi çoğu yerden. Mezarlığa iyice yaklaşmışlardı. Ama Çelebinin zihninde tilkiler dolaşmaya devam ediyordu:
Peki, bizim oğlan; bu cadı ya canlı bir cadı olduğu halde eline çamur sürüp öyle emmişse sabinin kanını, dersin ki bunlar akıllıdır. O zaman biz buraya boş yere gelmiş oluruz.
Ne deyim Çelebi Hazretleri! İnşallah dediğiniz gibi değildir. Bizi bulanı odun kafalı bir ahmaktır inşallah.
Bu oğlanı da kızdırdım sonunda, diye hayıflandı Çelebi. Çoğu zaman insanların üzerine çok giderdi ama yaptığına da hemen pişman olurdu. Fakat yapabileceği bir şey yoktu. İnsanların içindeki merak uslu bir dere gibi usul usul akardı. Gün gelir az biraz coşar, gün gelir azalır lakin o kişiye yeterdi. Ama Çelebi’nin içindeki merak azgın, taşkın bir nehirdi. Allah’ın her günü büyük bir coşkuyla akar, önüne ne gelirse yıkıp devirirdi. Çelebi de bu azgın nehrin önüne bir set çekmekten uzun süre önce vazgeçmiş, sonucunu düşünmeden sularına kaptırmıştı kendini.
Mezarlığa varmışlardı. Kafilenin başında yürümekte olan cadıcı berisine dönmüş bir şeyler anlatıyordu. Tercüman çocuk usul usul dinledikten sonra Çelebi’ye döndü:
– Şimdi mezarlığa dağılıp girecekmişiz ve eşelenmiş bir mezar arayacakmışız. Bulan diğerlerine haber versin, diyor. Biz onunla gidecekmişiz. Sakın yanımdan ayrılmayın, diyor.
Çelebi bundan memnun olmuştu. O melunu bulsa bulsa bu nursuz cadıcı bulur diye düşündü. İlk fırsatta inceleyip notlar almak için yanıp tutuşuyordu.
Birer ikişer mezarlığa dağılıp aramaya koyuldular. Çelebi’nin tahmin ettiği gibi çok geçmeden cadıcı eşelenmiş mezarı buldu. Ne hin herif, diye içinden tebrik etti Çelebi cadıcıyı. İşini iyi yapan insanlara bayılırdı. Hele bu cadıcı gibi kendine has zanaatlara sahip insanların ayrı bir takdir ederdi.
Fakat şimdilik bunları zihninden uzaklaştırdı ve mezarlığa dağılanların toplanıp yanlarına gelmelerini heyecanla beklemeye koyuldu. Kağıt tomarını, hokkasını ve kalemini çıkarıp not almaya başladı.
Melunun mezarını bulduk. Mezar köstebek yuvası gibi eşelenmiş. Lakin üzerinde ne kazma ne kürek izi var. Toprak içeriden oynanmış.
Cadıcı başta durmakta. Etrafındakileri hemen işe koştu. Adamlar kazma kürek kazmaya koyuldular.
Kazmayan/ar ellerinde meşalelerle mezarın başını aydınlatıyor.
Mezarın üzerindeki toprak kaldırıldı.
Aman Yarabbi! Ne şeytani bir iş! Melunun kan içmekten gözleri pörtlemiş!
Cadıcı kazıcılar çekildikten sonra işe …
Çelebi cümlesini tamamlayamadan bir şey oldu! Cadıcı böğürtlenden yaptığı kazığını ölü cadının kamına saplamaya hazırlanıyordu ki ölü cadı acı bir haykırışla mezarından fırladı. Çelebinin hokkası bir yana kağıtları bir yana dağıldı. Köylüler korkuyla kaçışmaya başladılar.
Ama hızlı değillerdi. En azından ölü cadı kadar. Ömrünü bu melun yaratıkları arayıp, bulup, öldürmekle geçirmiş cadıcı ölü cadının ilk kurbanı olmuştu. Zavallı adam boğazından fışkıran kanları durdurmak için ellerini boğazına dolamıştı ama yapabileceği çok da bir şey kalmamıştı. Ölü cadı birkaç köylüyü daha aradan çıkarırken Çelebi telaşla yolunu bulmaya çalışıyordu.
Lakin sık ağaçlar arasından sıyrılıp kaçamadan Çelebi ölü cadı ile yüz yüze geldi. Mezarında yatarken de yeteri kadar çirkin olan yaratık şimdi daha bir çirkin görünüyordu. Ağzı ve elleri öldürdüğü zavallıların kanlarına bulanmıştı.
Çelebi ilk önce artık bu uzun yolculuğun sonuna geldiğini düşündü. İflah olmaz merak duygusunun bir gün elbet onu yaban ellerde ölüme mahküm edeceğinden oldukça emindi. İşte o gün gelip çatmıştı. Belki mezarını bile bulamayacaklardı. Tarihin sonsuz labirentinde kaybolup gitmiş isimsiz bir kahraman olacaktı.
“Yazdıklarımı bulsalar bari” diye düşündü melun canavar ona ağır ağır yaklaşırken. Seyahatnamesini tamamlayamadan ölmüş olmak gözlerinin açık gitmesine ardından da kemiklerinin sızlamasına sebep olacaktı kesinlikle.
Canavar hırıltılar çıkararak yaklaşıyordu. Çelebi usulca kelime-i şehadet getirdi. Kaçınılmaz sonu kabullenmişti. Derin bir nefes alıp hasmının öldürücü hamlesini beklemeye koyuldu. Ölü cadı her biri Bursa bıçağı kadar keskin tırnaklarını Çelebinin boğazına geçirecekti ki canavar acıyla inledi. Böğürtlen kazığı canavarın sırtından girip kamından çıkmıştı.
“Çelebi hazretleri tutuşturun melunu” diye bağırdı tercüman çocuk. Çelebi kuşağından çıkardığı çakmak taşıyla kağıtlarından bir tutamını tutuşturup ölü cadının ağzına tıktı. Canavar yanan kağıtların tenine değmesiyle Marmara çırası gibi yanmaya başladı. Birkaç dakika içinde de geriye küllerden başka bir şey kalmamıştı.
Çelebi kurtarıcı olan tercüman çocuğa minnetle baktı:
– Bırakıp gitmedin bu zavallı Çelebi’yi he bizim oğlan.
– Gider miyim Çelebi hazretleri. Sizin canınız bana emanet.
Çelebi delikanlıya içtenlikle sarıldı. O zamana kadar oğlanın adını bilmediğini fark etti. Utandı kendinden:
– Adın neydi bizim oğlan?
– Çelemet derler Çelebi Hazretleri. Hay adınla yaşa!
Çelebi ve Çelemet olan biteni köylüye anlatmak ve uzun uzun dinlenmek üzere köye doğru yola koyuldular. O gece yaşananlar Çelebi’nin başına gelen ilk olağanüstü olaydı lakin tek olmayacaktı. Bu olağanüstülükleri bol bol yaşadığından mıdır bilinmez bizim Çelebi tüm arzda Evliya Çelebi diye bilinecekti.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz