“Tekrar anlatsana Holieru Nine. Neden bugün uyumamalıyım?”
Buruşuk lacivert derinin parlattığı elini gözlerine götürüp ovuşturdu. Kızıl gözlerinde batmakta olan Adzhara güneşinin mavi ışıkları dönüyordu. Sesine yıldız soyunun efsunu sinen ihtiyar kevn’hal harflerin oluşturduğu rezonansla ağzından ne çıksa dinleyecek genç kızı çoktan bağlamıştı kendisine.
“Şimdi dört kulağını aç da iyi dinle beni.”
Dinlemek ne kelime, Holieru Nine bir şey anlattığı zaman bütün hücreleriyle algılardı genç kız. Na’khtar, yıldız ateşi, Eleyrrha’nın geleceği parlak akademisyen adayı ninesinin masallarını bir çalışma sahası olarak görüyordu. Ondan yaşça küçükleri büyüleyen masallar, Na’khtar için evreni anlamanın kilidiydi. Holieru Nine anlatmaya başladı:
“Diyarımızın hükümdarı Eyr’in veliahtı ve kızı Bethlezir doğmadan öncesinde, Kücan’ın baş kahini Hadrir huzuruna çıkmış hükümdarın. Ona Eleyrrha’yı gölgeleyecek belirsizliği anlatmış. Ne ki kendi de bilmiyormuş yaklaşan felaketin nev’ini, şeklini, yolunu, yordamını. Eyr hemen kardeşi ve dahi başveziri efendimiz Yekr’ad’ı çağırmış. Işığın diyarını gölgeleyecek belirsizliğin ne olduğunu bilmiyormuş kimse. Karanlık mı? Kötülük mü? Hiçbirinin cismi dahi uğramamış daha evvel topraklarımıza. Başvezir ne yaparsa yapsın ne belirsizliği bulabilmiş ne de önlem alabilmiş. İşte o vakit çözüm hükümdardan ve diyarın incisi kraliçemiz Rha’dan gelmiş. Eleyrrha’nın orduları o zaman peyda olmuş aslanın ışığından. Khorzimir ve üç yüz altmış altın tolgalı savaşçı ellerinde ışığın gücüyle aramaya koyulmuş belirsizliği. Lakin anlatılan odur ki, diyarımızda yoktan ortaya çıkan her şey zıddıyla kaim olur imiş. İşte Khorzimir’e karşı, kudretli ve boşluğun asi savaşçısı Tai’arek böyle doğmuş. Bilmişler ki o elinde silahlarıyla düşman karşısına çıkmaz. Bilmişler ki, onun adıyla anılan günlerde uykuya dalan her Eleyrrha’lz, diyarın zamansızlığında henüz var olmamış alemlerde kaybolup da uykusundan geri dönemez.”
Holieru Nine bir an anlattığı masalın kendisini de kopartıp götürdüğü aslına rücu edip, Na’khtar’ın uyuduğunu görüverdi.
“Aman be çocuk! Sana demedim mi Tai’arek Gününde uyunmaz diye. ”
Kız onu duymaktan çok uzaktı. Henüz var olmamış âlemlerden birinde gerçeklerle uyutulanların diyarında adımlayıp duruyordu biçare. Kendi diyarlarında görmediği, görüp de umursamadığı renklerle örülüydü her taraf. Gri, kahverengi ve siyahın altmış dokuz tonu. Ne yeşil ne mavi ne eflatun ne kırmızı ne sarı yoktu onu çevreleyen görüntünün içerisinde. Bej, açık, sarımtırak, koyu renkli derileriyle gezinen, kendileri gibi kol ve ayakları olan ancak iki kulaklı ve iki gözlü yaratıkları gördü. Gözlerinin arasında iki deliği olan başka bir organları vardı. Aralarında biraz daha zaman geçirince gördüğü şeyin burun denilen bir organ olduğunu ve koklama denilen bir duyuyu tetiklediğini öğrenecekti. Hâlbuki bir şeyin etrafında oluşmuş radyo dalgalarının yarattığı iç gıdıklayıcı şeyleri algılayabilmek için kafalarının arkasındaki sivri çıkıntı yeterliydi onlarda. Koku dedikleri şey demek ki böyle görünmez bir titreşim olmalıydı.
Gri, geometrik anlamda ilkel bir dikdörtgenden yapılmış yapının içerisine girdiğinde köşeye sinmiş ağlayan kırk kadar küçük yaratığı gördü. Başlarında duran göbekli, bıyık hissi veren tüylere sahip, yetişkin yaratık onlara anlamadığı bir dilde tehditkâr olduğu belli olan sözcükler söylüyordu. Na’khtar bir an durdu ve aslında konuşulanları anlayabildiğini fark etti. “Anne, babanıza olanları anlatırsanız, onları bir daha göremezsiniz. ” diyordu büyük, korkutucu, iğreti yaratık.
Küçük yaratıklar başlarını öne arkaya sallıyordu. Korkuya dayalı bir onaylama ifadesi olduğunu anlaması için ayrı bir eğitime ihtiyacı yoktu. Yetişkin yaratığın onlara etkisi uzun yıllar geçmeyecek zararlar verdiğini anlaması da uzun sürmedi. Güçlerini kullanarak bu yaratığın yaşam enerjisini tüketmek istedi. Üç parmaklı ellerini açıp “Khae-ra,fes’dyu, Ni ertha” diye bağırdı. Hiçbir şey olmuyordu. Fiziksel olarak temas etmek istediğinde ise saydam bir balonun içindeymiş gibiydi. Kollarını uzattıkça görüntü suya atılan taş misali dalgalanıyor ancak araya giremiyordu. Gözlerini kapattı ve aslında hiç alışık olmadığı bir şey yaşamaya başladı. Üç gözünden de tuzlu, yakıcı bir sıvı damlıyordu. Üç mü? Elleriyle kontrol ettiğinde bir gözünün kaybolduğunu ancak fark edebildi.
Saydamlıktaki yansıma değişti. Şimdiyse aynı tür oldukları belli olsa da vücut bütünlüğü farklılık arz eden iki yetişkini gördü. Bir tanesi daha kıvrımlı, diğeri daha sert hatlara sahipti. Tıpkı küçük yaratıkları korkutan diğeri gibiydi. Etrafta onlarcası olanı biteni izliyordu. Kıvrımlı, yumuşak hatlara sahip olan varlığın yüz bölgesindeki boşluk ve deliklerden kırmızı sıvılar akıyor, göz bölgesinde allı, morlu çiçekler açıyordu. Yüzü öfkeli bir ressamın paletine dönüşmüş olan yaratık, can yakıcı, kulak hırpalayıcı çığlıklar atıyordu. Renklerin sebebinin diğer keskin hatlara sahip yaratık olduğunu anladı Na’khtar. Değişmekte olan vücudu, algısını da tanımlıyordu. Erkek deniyordu bu türe. Diğerine de kadın. Kendi hatlarına benzer hatlara sahip olanın yüzü felaketin renkleriyle sıvanırken, canının yandığını, görüşünün bulanıklaştığını, yardım istediğini, feryat ettiğini bizzat kendi dönüşen hücrelerinde duyumsuyordu. Kimse engel olmuyordu. Bir kısmı korkuyor, bir kısmı “kim bilir neler yaptı da hak etti” diyor, bazısı izlemekten keyif alıyor, bazısı akşam aynısını kendi evindeki kadına yapmayı tasarlıyor, bazısı kendi türünden olanı aşüftelikle, iş bilmezlikle, erkeğini mutlu edememekle itham ediyordu. Ancak hepsi içlerinden geçiyordu.
Na’khtar katran karası bir çığlık koyuverdi. Eleyrrha’da böyle bir ses çıkarsa, Khorzimir’in savaşçıları doluşurdu etrafına. Hadlerini bildirirdi savunmasız olana saldırana, onları izleyenlere, güç sahibi olmanın onu dilediğince kullanabileceği anlamına geldiğini sanan beynelmilel “adamcık”lara. Saydamlığı tekmeliyor, yumrukluyor, ağzından çıktığını yeni keşfettiği tükürüklerle onu delip geçmeye çalışıyordu.
Görüntüler tekrar değişti, yaşam enerjisi tükenmiş çeşitlerce yaratığın tepesine oturup, camdan bir nesneye sırıtarak poz verenleri gördü. Sorun yine güçlü olmalarıydı. İmajlar silinip yerine yenileri geldi. Bu defa yıkılmış yapıların içerisinde çığlık atanları görmezden gelip, açıkta bulduğu şeyleri kaçıranları, yağmalayanları gördü. Gördüğü her şey kör olmayı, sağır olmayı, düşünmemeyi istemesine sebep oluyordu.
“Neden hükümdar Eyr? Neden?”
Tai’arek gününde uyumamasını tembihleyen ninesine kızacağı yerde hükümdarını suçluyordu. O anda kendisiyle birlikte başından beri o saydamlığın içerisinde oturmakta olan, artık adının “insan” olduğunu idrak ettiği varlığı gördü. Varlık ona seslendi.
“Boşa çabalıyorsun başka diyarların yaratığı. Ne engel olabilir ne de değiştirebilirsin olacakları. Yıllardır buradayım. Diyarınızın güzelliğini gösteren öykülerin altında dönen her türlü pisliği görüp, idrak ettim. Diyarlarımızın bir farkı yok. İkimiz de topraklarımızı abad ettiğine inandığımız irfan/arın kurbanıyız. Her türlü kötülüğü haklı çıkartabilecek bahanelerimiz var. Siz ona kötülük demiyorsunuz, biz de belirsizlik demiyoruz. ”
“Nasıl? Sen kimsin hem?”
“Adım Şahizer. Çok uzun zaman önce nenem kerahat vakti uykuya dalma, geri dönemezsin dedi. Gördüğün dünyadaki hayatımda hiçbir işe yaramayan okumamış irfanının bu defa işe yarayacağını bilemezdim. Uykuya daldım ve ondan beridir buradayım. Âlemlerin arasında olup, biten ne varsa döküldü önüme. Buradan çıkamazsın.”
“Neden?”
“Çünkü buradan çıkmak için seyrettiğin bu alemlerde gördüğün insanlardan biri olmayı kabul etmen lazım. ” Na’khtar düşündü. Kendisiyle tam tersi durumda olduğuna göre muhakkak onun da bir Eleyrrha’lı veya kevn’hal olması gerekmiş ama hala burada olmasından bunu kabul etmediğini çabucak anlamıştı.
“Türünün maruz kaldıklarını gördüm. Bir kevn’hal olabilirdin. Neden istemedin bunu? Sonsuz mutluluğu, diyarın güzelliklerini neden reddettin? ”
Şahizer’in küstah tebessümü başlı başına bir cevap olmalıydı ama yine de sözcükler tebessümünü tamamlamak için yorulmadan koşturmaya devam etti:
“Bir masal diyarından geldiğini mi sanıyorsun? En tepede durup ayağının altında basıp yok ettiğin karıncaların yaşamaya değmediğini mi? Yaratmanın kudretinin yok etmenin kudretinden farksız olduğu fikrinde misin? Sen geldiğin diyarın yetişmemiş küçüklüğü, hayal gücüsün. Masallarla gerçeklerinse birbirlerinden hiçbir farkı yok. İkisinde de kaderlerimiz anlatıcıların elinde. Dolayısıyla bir seçim yapmayarak ona karşı koymayı seçtim.”
“Hayır! Sen sadece büyümeyi seçmişsin. Güçlü olamıyorsan güçsüz gibi davranmayı, anlayamıyorsan biliyormuş gibi yapmayı seçtin. Sen neler gördün bilmiyorum ama benim gördüklerimi engelleyebilirdin. Buna kudretin vardı. Acı çekmekten korktuğun için burada hapissin Şahizer. Hayalleri elinden alınanlar adına hayal kurmayı reddettiğin için buradasın.”
“Peki ya sen? Sen neden buradasın?”
Diyarını geride bırakmış Na’khtar onun gözlerinin içine baktı. Delip geçti bakışları her şeyi. Sadece Şahizer’in gözlerini değil, ardında duran bir türlü delip geçemediği perdeyi de yırttı attı. Kendisini bir divanın üzerinde sayıklarken buldu.
“İnsan olmak için, insan olmak içini”
Öte yanda ninesinin sesini duyuyordu.
“Ah be kızım Şahizer. Kaç kere dedim sana kerahat vakti uyunmaz diye. Allah korusun uykuya dalar da geri dönemez insan. “