En Çok Okunanlar

Benzer Başlıklar

Congolos Gecesi

“Bu vakitte ne istermiş bu cadı karı” diyerek sırtında abası ve omzunda anasının verdiği heybe asılı perili köprüye doğru gidiyordu Aliş. Köprünün yanında tek göz bir klübede oturan büyük büyük halasına gidiyordu. Akşam vakti kimse bu köprüden geçmez. Köprünün cinli olduğundan korkardı, köprüden korkmayan dibinde ki mezarlıktan korkar geçemezdi. Ama hepsinden daha korkuncu köylünün “Sıdıka Aba” dedikleri halasıydı. “Büyücü, muskacı” diye adı çıkmıştı. Rahmetli babası bu evin yakınına gelmezdi ama anası bu kadına hürmette kusur etmezdi. Cadı kadın bunu bildiğinden babası rahmetli oldu olalı sürekli bir şeyler ister olmuştu. Ama bu sonuncusu farklıydı birini yollar öyle isterdi Sıdıka Aba ya da köyden yukarı giden birine söyler anası götürürdü istediklerini. Ama bu farklıydı bu saatte kendisi gelmiş istediklerini söylemiş beklemeden geri gitmişti. Annesi, Alişi binbir ısrarla göndermişti. Aliş varana kadar “Cadı Karı…” diyerek lanetler okumuş, küfürler etmişti. Ama mezarlığın onünden geçerken durmuş bir Fatiha okumuş babasının ruhuna hediye etmişti.

Köprüyü geçip dereye inen patikanın yanındaki eve seğirtti. Camdan yansıyan ışıkta sanki içerde birileri halay çeker gibi gölgeler geçiyordu. Aliş besmele çekip kapıyı yumrukladı. İçerden tiz bir ses “Kimsin” diye çınladı. “Benim Sıdıka Aba, Kara Halilin Aliş.” Kulübenin kapısı gıcırdayarak açıldı. Beyazlamış ve dökülmeye başlamış saçlarının yarısını beyaz bir yazma ile örtmüştü yaşlı kadın. Karanlık yüzünden sadece yazması ile yüzünün yarısı görünüyordu. Kanca gibi burnu sıskaca bir yüzü vardı kadının. İlk defa gören biri bu kadının cadı veyahut alkarısı olduğuna yeminler ederdi. Kadın sordu incecik sesiyle “Hayırdır ne istersin bu saatte?”. “Ben ne isteyim Sıdıka aba, sen geldin bizim evin kapısına, anama şu şu otları ver dedin ya. Anam hazırladı kapıya çıktı yoksun. Benimle gönderdi mühim işi vardır yoksa böyle gelmez diye. İstediklerini getirdim” diyip boynuna asılı heybeyi çıkarıp kapının önüne bıraktı. Yere bıraktığı heybedeki şişeler birbirine çarpıp çınçın diye sesler çıkardı. “Ne dersin sen oğul ne size gelmesi, Kaç gündür kapıya çıkmadım ben.”. “Şimdi bizimi yalancı çıkarırsın Sıdıka Aba.”. “Evladım ne yalanı size ecinniler oyun etmiş herhalde gözünü seviyim bu gece burda kal geri gitme…” diye yalvarmaya başladı ihtiyar kadın. Aliş bu yalvarmalara anlam verememiş ama bir anda içine bir ürperti dolmuştu. Bu yaşlı kadın anası istediklerini hazırlayana kadar nasıl geri evine gelmişti, hem isteyip geri dönse bile Aliş’le yolda karşılaşmaları gerekirdi. Sıdıka Aba yalvarırken Alişin koluna atılmış ama Aliş gençliğin verdiği kuvvet ile geriye çekilmişti. “Ne o cadı karı köyün horantası bitti bize mi büyü yaparsın şimdi?” diyerek elini kış vaktidir hınzır iner, kurt iner diye yanına aldığı abasının altındaki nacağa attı. “Oğul ne dersin ben kötülük eder miyim size…” derken Aliş dinlememiş sırtını dönmüş gitmişti. Koca kadın arkasından bağırmış yalvarmış ama Aliş durmadan öfkesiyle devam etmişti.

Eve varıp olanları anasına anlatıp cadı kadına gelip gitmesini yasak etmeyi düşünürken Aliş, koca karının feryatlarının duyulmaz olduğu köprünün sonunda çalıların arasında bir şey fark etti. “Ulan kaçak mısın, eşkıya mısın bilmem eğer niyetin soymaksa beni üzerimde mangır yok. Karnın aç ise kara kışta dışarda kalma gel misfir ediyim seni. Ama niyetin kötüyse arkamı dönünce kalleşlik yapma çık karşıma” diyip abasının altındaki nacağını sıkıca kavradı. Sözlerin ardından bir ademoğlunun boyunun yarısına gelen kara, toparlakça bir şey çıktı. Aliş çıkan bu şeyin ay ışığında görüntüsü garipsemiş sırıtmaya başlamıştı. “Ulan seni adam sandık meğer sen cüceimişsin. Yoksa sen Padişah babamızın kapısından mı kaçtın.” deyip kahkahayı bastı.
***
Molla Abdullah sabah namazından sonra oturmuş hem öğrencisi hem de caminin müezini Hasan’la ortadaki büyükçe kaseden çorbalarını kaşıklarken kapı birden yumruklandı “Hayırdır inşallah” diyerek Molla Abdullah gidip kapıyı açtı kan ter içinde kalmış epeyce yaşlı köy ahalisinden biri kapıda iki büklüm olmuş bekliyordu. “Hayırdır Osman emmi noldu” diye sordu Molla. “Birine… kıymışlar köprüde… koş… yetiş Abdullah efendi.”. Bir hışımla çıkan Molla Abdullah uzunca bacaklarını açarak tepedeki iki göz evinden hızlıca inmiş köprünün yanında bekleşen ama meftanın yanına gitmeye korkan birkaç kişinin yanına sokulmuştu. “Sarı hocam yetiş kurbanın oluyum iyi saatte olsunlar kıymış buna korkudan bakamadık kimmiş canını yiyim bi bak nolur.” Molla Abdullah “Bismillah” diyip Nas ve Felak surelerini okuyarak meftanın yanına yanaşmış. Yüz üstü yatan cesedi çevirince afallamıştı. Yerde boylu boyunca yatan bir elinde sıkıca tuttuğu nacağı ile Kara Halil’in oğlu Aliş yatmaktaydı. Yere sızan kanı ve uzaktan belli belirsiz görünen yaralarla ecinni işi olmadığını anlayanlar yavaştan dualar okuyarak hocanın yanına seğirti. “Sarı hoca buna kim kıymış böyle” dedi içlerinden biri. “Görmüyon mu hasımları kıymıştır, kavga etmeye gelmiş demek buraya hasımlardan dayak yemiş o sıra cartayı çekmiş.” dedi bir başkası ve kalabalıktan onaylayan sesler yükseldi. Molla Abdullah birden yerden kalktı “Bre densızler bari meftanın başında yapmayın…” diye haykırdı. O sırada eşeğinin yularından tutmuş yaşı epeyce geçgin ahaliden bir adam yanaşmış kalabalığa. Cesede şöyle bir bakmış “Bunun canına kıyanı ben bilirim.” demiş adam ve herkes bir anda o tarafa dikkat kesilmiş. “Bi dene çerçiden dinlediydim zemheri vakti congolos diye bi ecinni çıkarmış, gece vakti yoldan geçeni çevirir soru sorarmış. Yanlış cevap vereni taraknan ölenece zopalarmış.” kalabalık birden dikkat kesilmiş dinlerken hikayenin sonunu beğenmemiş ve “Hadi ordan …” dercesine tekrar meftaya dönmüştü. Adam yoluna devam edecekken kaşlarını çatmış ona bakan Molla Abdullah’ı fark etti. Ateş saçan gözlerine aldırmadan başıyla selam verip yoluna devam etti yaşlı adam.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz