Büyülü gerçekçilik terimi ilk olarak Alman sanat eleştirmeni ve tarihçisi Franz Roh tarafından, 1925’te dönemin Alman ressamlarının; konuları ve temaları hayal ürünü, fantastik ve rüyamsı niteliğe sahip çalışmalarını anlatmak amacıyla kullanılmıştır. Terim, edebiyatta ilk olarak İtalyan yazar ve eleştirmen Massimo Bontempelli tarafından kullanılmıştır. Büyülü gerçekçilik, en çok Latin Amerikalı yazarların eserlerinin sınıflandırıldığı bir akım olarak kendini göstermiştir. Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’in 1935 yılında Alçaklığın Evrensel Tarihi isimli eseri, ilk büyülü gerçekçilik çalışması olarak kabul edilmektedir. Büyülü gerçekçilik akımının en tanınmış yazarı Gabriel Garcia Marquez’dir. Italo Calvino, John Fowles, Günter Grass, lanet Frame ve Salman Rushdie büyülü gerçekçi bakış açısıyla eserler vermiş olan diğer önemli edebiyatçılardır. Bu kavram, Türkiye’ye bir akım niteliğiyle ancak 1980’li yıllarda ulaşır. Büyülü gerçekçilik, 20. yüzyılda postmodern sanat anlayışıyla önemli ölçüde iş birliği içinde görülen bir “anlatım tarzı”dır. Bu tarzla birlikte folklorik anlatım tarzı canlandırılarak günümüze uyarlanmıştır.
Büyülü gerçekçi metinlerin en önemli özelliklerinden biri olağanüstü ögelerin son derece sıradanmış gibi gösterilmesidir. Büyülü gerçekçi metinlerde sıradan ile olağanüstü yan yana bulunur. Olağanüstü olan olağanmış gibi sunulur. Bu tür metinlerde gerçekçi düzey ile büyülü düzey arasındaki uyumun “denge” şeklinde sunulması için olağanüstü ögeler doğalmış gibi gösterilir. Büyülü gerçekçi metinlerin kahramanları da olağanüstü ögeleri yaşamın olağan durumları olarak karşılar. Metinlerde karşılaşılan doğaüstü unsurlar, sıradan bir olaydan farksızdır. Büyülü gerçekçi metinler büyü ile gerçeğin karışımı olan “melez” anlatılardır. Bu bakımdan “melezlik” bu anlatıların en temel niteliklerindendir. Lojik ile büyünün, tarih ile söylemin, ampirik olan ile mistik olanın, siyah ırk ile beyazın, istilacılar ile yerlilerin, geleneksel anlatı ile meta anlatının, Avrupa ile Güney Amerika’nın, rasyonel akılla yerli düşüncenin, mimetik olanla fantastik olanın, büyü ile gerçeğin karışımı olan melez bir türdür (Walter, 1993). Metinlerin çoğunda yaşayanlarla ölüler, gerçeklerle kurgu, gerçek ile büyü arasındaki sınırlar kalkar ki bu durum “melezleştirme” olarak kabul edilebilir.
Büyülü gerçekçi metinlerle halk anlatıları arasında yakın ilişki bulunur. Büyülü gerçekçi anlatılarda halk anlatılarında olduğu gibi okur ya da dinleyiciler kahramanların olağanüstü durumlarını sıradanmış gibi karşılar. Her iki anlatıda da okurun tutumları aynıdır. Okur anlatılanlara gerçekten öyleymiş, gerçekleşiyormuş gibi yaklaşır.
Bu bakımdan büyülü gerçekçilik halk anlatılarında çokça kullanılan bir anlatım stilidir. Büyülü gerçekçi metinlerde zaman ve uzam çarpıtılarak sunulur, bunlara karşı rasyonel olmayan bir yaklaşım vardır. Olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri yer almaz. Zaman ve uzamı gerçekçi metinlerin işlediği şekilden farklı ele almak, onları çarpıtmak, neden-sonuç ilişkilerini göz ardı etmek, gerçekliğin farklı biçimlerini açığa çıkarmak büyülü gerçekçi metinlerin önemli niteliklerindendir.
Bir metnin büyülü gerçekçi olarak nitelenmesinde ayırt edici ölçüt olarak işlemese de “halk anlatılarından yararlanma”, denilebilir ki hemen tüm örneklerde karşılaştığımız bir durumdur. Fantastik kurmacadan postmodern romana kadar pek çok türde; mit, efsane, masal, destan, halk hikâyesi gibi halk anlatılarından metinler arası ilişkiler ve göndermeler bakımından yararlanıldığı görülmektedir. Halk anlatılarında da kahramanların, okur ya da dinleyicilerin ve anlatıcının olağanüstü durumları sıradanmış gibi karşıladıkları görülür. Bu da büyülü gerçekçi metinlerin başat bir özelliğidir. Şimdi bu özelliği halk anlatılarındaki yansımaları bakımından ele alalım:
“Halk hikâyelerini masaldan ayıran vasıfların başında onları destanla birleştiren vasıflar gelir: Yani hikâyecinin vakaları olmuş gibi kabul etmesi ve temsili bir inşat ile nakletmesi” (Boratav, 2014). Boratav’ın bu savı, halk hikâyelerinin anlatıcısının tıpkı büyülü gerçekçi metinlerin anlatıcısı gibi tüm olayların, olağanüstü olanlar dâhil, gerçekten olduğunu kabul ettiğine işaret eder. Gerçekliğe gerçekçiliğe, okurun-dinleyicinin metinle ya da anlatı ile kurduğu ilişki bakımından yaklaştığımızda da durumun pek değişmediği görülür. İlhan Başgöz’ün aktardığı bir anekdotta, hikâye anlatıcısını âşıkları kavuşturmazsa öldürmekle tehdit eden, sevenleri kavuşturursa ona bol bahşiş vermeye söz veren anlatı dinleyicisinin tavrı da büyülü gerçekçi metinlerin okur tavrı ile benzeşir (Başgöz, 1986). Her ikisi de anlatılanlar gerçekten öyleymiş, gerçekleşiyormuş gibi yaklaşılır anlatıya.
Hemen hiçbir halk anlatısında, kahramanlar yaşadıklarını gerçek dışı bulmaz. Hızır’lar, tılsımlar, göz açıp kapayıncaya kadar kat edilen uzun mesafeler bu anlatı dünyasında şaşılacak, olağanüstü bulunacak unsurlar değildir. Asuman ile Zeycan hikâyesinde, Mevla’nın Asuman’a yardım edip kayayı bölmesi, Ferhat ile Şirin hikâyesinde Ferhat’ın dağları delmesi, Leyla ve Mecnun’da, Mecnun’un çölleri aşması, Âşık Garip ve Bezirgân Kızı hikayelerinde ve Billur Köşk masallarında göz yumup açınca kilometrelerce mesafe aşılması kahramanlar tarafından oldukça doğal karşılanır (Alangu, 2016). Dede Korkut Oğuznameleri yukarıda özetlenen anlatıcı, dinleyici ve kahramanın olağanüstü ögelere yaklaşımındaki tavır bakımından ileri sürülenleri destekleyen örneklerle doludur.
Örneğin: Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi, Dirse Han Oğlu Boğaç’ın boğayı alt etmesi, Kan Turalı’nın aslanı yenmesi, Basat’ın Tepegöz’ü öldürmesi anlatılarında geçen olaylar olağandır ne anlatıcı ne dinleyiciler tarafından yadsınmaz. Yine destan metinlerindeki tasvirler olaylar da doğal karşılanır (Gökyay, 2007). Örneğin; Oğuz Kağan destan anlatısında Oğuz’un daha kırk günlükken pişmemiş etler yiyip, şarap içmesi, Kiant isimli bir dev ile mücadelesi olağan bir şekilde aktarılmaktadır yine Manas destanında, Manas’ın zehirlenerek öldükten sonra tekrar dirilmesi gibi olaylar gerçek dışı görülmez (Çobanoğlu, 2015).
Fantastik edebiyatta yaratılan ikincil dünyaların okurca yadırganmaması, bu yeni evrenlerin okura tanıdık gelmesi amacıyla folklorik malzemeden yararlanılmasına dikkat çeken Sullivan, “tanıdık olan folkloru ve bu folklordan modellenen materyalleri” fantastikteki yenidünyaların yaratımının merkezi olarak gösterir (Sullivan, 2001). Buna “yerelleştirme” denilebilir. Yerelleştirmenin amacı okuru yaratılan yenidünyaya alıştırmak, onun bu yenidünyayla bağ kurabilmesini sağlayabilmektir. Walter ve Neil Grobman, folklorik malzemenin kullanımını büyülü gerçekçiliğin en temel özelliklerinden biri olarak sayıyorlar (Grobman, 1979; Walter, 1993). Grobman; “gerçeğe benzerlik ve yerel renkler vermek, folklor benzeri materyallerin üretimi için model vazifesi görmek” Büyülü gerçekçi metinlerde folklorik malzemenin kullanılmasında sözünü ettiği işlevlerin ön planda olduğunu ileri sürüyor (Grobman, 1979). Son olarak halk anlatıları, büyülü gerçekçi metinler için sadece malzeme değil; aynı zaman da modeldir.
Folklor görünen-görünmeyen, olağanolağanüstü her şeydir. Büyüsel gerçekçiliğin büyüsü de folklordan geçer! Folklorun büyüsüne ram olduk sevgili kaari!
KAYNAKLAR
ALANGU, T. (2016). Billur Köşk Masalları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
BAŞGÖZ, İ. (1986). Hikaye Anlatan Aşık ve Dinleyicisi Folklor Yazıları, İstanbul: Adam Yayınları.
BORATAV, P. N. (2014). Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
ÇOBAN, S. B. (2011). Dede Korkut Kitabı ve Büyülü Gerçekçilik, Milli Folklor, S. 91, s. 195- 203.
ÇOBANOĞLU, Ö. (2015). Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Ankara: Akçağ Yayınları.
GÖKYAY, O. Ş. (2007). Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul: Kabalcı Yayınları.
GROBMAN, N. (1979). A
Schema for the Study of the Sources and Literary Simulations of Folkloric Phenomena, Southern Folklore Quarterly, S. 43, s. 17-37.
SULLİVAN, C.W. (2001). “Folklore and Fantastic Literature”. Wes tern Folklore. 60:4, Sonbahar: 279-96.
WALTER, Roland. (1993). Magical Realism in Contemporary Chicano Fiction. Frankfurt anı Main: Vervuert Verlag.