Hepinize selamlar, pek kıymetli okurlar.
Bugün size Porsuk Kültür Yayınları’ndan yakın zamanda çıkmış sıcacık bir kitaptan bahsetmek istiyorum: Büyük Ortaklı Küçük Hikayeler. Kitap, Tamer Sağcan Ağabeyim’in kaleme aldığı, toplamda 12 adet öyküden oluşuyor. Açıkçası öykülerin her biri kendi içinde nükteli bir dil ve yerinde tespitler barındırıyor. Öykülerin başındaki çeşitli yazarlar ve filozoflardan yapılan alıntılar da öykünün temasıyla ve ana mesajıyla ilgili okura bir fikir sunmakta. Söylemem gerekir ki okurken çok eğlendim ve arada durup kendi kendime “Adam gerçekten de güzel yazmış. ” dedim. Bazı cümleler aklımda birçok fikir oluşturup yüzümde ince bir tebessüm bırakırken yeri geldi şen kahkahalar atarak aralara serpiştirilen ince mizah ve yerinde eleştirileri onayladım. Kitaptaki öykülerde fark ettiğim bir şey var ki Tamer Ağabey bizi, yani bu ülkenin insanını, çok iyi gözlemlemiş. Satır aralarında insanı vuran tespitler, haklı eleştiriler zihninizde birtakım ufuklar açarken sizi düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyor. Dilerseniz sizlere kısaca bu on iki öyküden bahsedeyim.
“Pembe İncilli Kafka” öyküsüne kitabın en uzun öyküsü diyebilirim. İçeriğin mesajı, mizahı ve entelektüel doluluğu okura çarpıcı bir okuma keyfi sunuyor. Bahsedecek olursak, Firuz Karga, âdeti hiç değildir ama Eşref amcasının tavsiyesine uyarak sahaftan bir kitap alır ve ertesi günkü iş görüşmesine gitmeden evvel okuyup bitirir. Çünkü Eşref amcası demiştir ki; “Bir kitap okuduğunda ömrüne ömür katarsın amcacım.” Sahiden öyle midir? Bir kitap bir insanın hayatını ne kadar değiştirebilir? Okura can katan kitap, yazardan neler götürür? İşte tüm bu soruların cevabı, “Pembe İncilli Kafka” öyküsünde gizli.
Öyleyse ikinci öyküye geçelim. Beyaz yakalıların okumaktan keyif alıp, kendilerinden birer parça göreceği bir öyküdür, “Varlık İçinde Yokluk”. Bir şirket düşünün, o şirketin satış müdürü gelip asistanına şunu diyor: “Sevgi Hanım, ben aslında yoğum. ” Sonrasında da olaylar olaylar… Adam hakikaten de yok ama şunu sormak isterim size ey okurlar, koskoca şirkette bir insan evladı dahi bunu fark etmedi mi? Cevabını veremem, sürpriz bozana girer.
Sıra, zamanı, gelip geçen yılları oldukça tatlı ve bir o kadar da derin anlatmayı başaran “Yedinci Günün Sonu”na geldi. Bir kumsala gittiniz, aileniz yahut arkadaşlarınızla. Çok güzel bir gün geçirmeye niyetiniz var ama o da ne? Tam yanı başınızda adamın biri sahildeki tüm kumları sayıyor. “Deli herhalde bu. ” deyip geçip gidersiniz zannımca ancak kazın ayağı öyle değil. İnsana tebessüm ettiren tatlı bir öykü.
Şimdi, önceleri uzak diyebileceğimiz ama teknolojinin gelişimiyle pek de yakın bir gelecekte geçen okuruna olduğu durumu sorgulatan “Farkında Mısın?” öyküsü var. Farkındalık nedir? Nasıl bir durumda olduğumuzun farkında mıyız? Kendi anılarımızla kendimizi mi yanıltıyoruz yoksa anı olarak kaydettiklerimiz gerçekler mi? Sorular felsefede çok önemlidir. Bu öyküde de tek bir soru tüm öyküde büyük önem arz ediyor.
Berzah aleminin sandığımız gibi olmadığı ve çilenin bitmediği bir hikaye dilerseniz, karşınızda “Öte Dünya Hizmetleri A.Ş.! ” Ölümden sonraki hayatta başımıza neler gelecek hiç düşündünüz mü? Aklınıza semavi dinlerin dayattığı cennet ve cehennem kavramları dışında gelen ihtimalleri bir değerlendirin ancak bu öyküdeki ihtimal hepsinden farklı ve orijinal.
Yaşadığımız zamanı düşününce harbiden de anlamlı bir öykü, “Evdeki Hücre”. Yakın zamanda Dark City filmini izlemenin etkisiyle öykünün tesiri iki kat arttı benim için. Bu öyküyü okuduğumda niyedir bilinmez aklıma “Mağara Alegorisi” geldi. Pandemi döneminin çok uzun sürdüğünü, teknolojinin şimdikinden daha iyi bir seviyeye geldiğini, Tanrı’nın ise kod yazıcı olduğunu düşünelim.
Eve tıkılırken uzaktan derslere girip, bilgisayar başında çalışırken başımıza ne gelebilir ki? Merak edenleri şöyle alalım. Malumunuz, ülkemizde hastalıklar konusunda alternatif çözümler arayanlar pek çoktur ancak bazı çözümler gerçekten insanı hayretlere düşürüyor. Yok tılsımlar, muskalar, bir şeyler… İşte geldik, okurken en keyif aldığım öyküye! Ara ara Otostopçunun Galaksi Rehberi tadı aldım bu öyküde. Hurafe ve üfürükçülüğe güldürülü bir taşlama geliyor şimdi. Niye diye sormayın, çünkü o “N’içinci Hoca!”
En büyük sorunlarımızdan birine parmak basan ve bu sorunu ciddi bir şekilde okurunun suratına şefkatli bir tokat gibi çarpan “Hepimiz Mesuduz” öyküsü karşılıyor bizi sekizinci sırada. Mutlu insanları gördükçe mutsuz oluyoruz. Bizim o kadar derdimiz varken onlar, hiçbir şey yokmuş gibi gülüyorlar. Öyle mi dersiniz? Bir tebessümü bile çok görenler biz değil miyiz birbirimize? Mesud da Mesut da olamayız bu gidişle. İsmini Tamer Ağabey’in mizahi yaklaşımından alan ve yine güzel tespitler barındıran “Bozkırın Rezenesi” sıradaki yerini almış, okunmayı bekliyor! Kadın-erkek ilişkilerine, sevginin doğasına, şehirli kibri ve bozkır samimiyetine dair güzel, gülümseten bir öykü var şimdi de. Bazı anlamsız kalıpları insanın suratına gülerek vuran bir tokat. Sevmek bu değil diyor resmen ve haklı da…
Kitaba ismini veren ve içinde tatlı nüansları olan, okuması keyifli bir diğer öykü “Büyük Ortaklı Küçük Hikaye”, biz okurları selamlıyor şimdi. Okurken aklıma Coen Kardeşler’den No Country For Old Men geldi istemsizce. Net ve keskin çizgileri olan iki adamdan ötürü. Biri öykümüzün ana karakteri, diğeri ise Javier Bardem’in can verdiği katil, Anton Chigurh. On birinci öykümüz, yine yazarın manalı ve yerinde eleştirilerinin yer bulduğu, ismi de kendi de komik “Erken Boşa Alma”… Cehil sahibinin ilim sahibine olan öfkesini bilirsiniz. En bariz örneği, doktora şiddet vakaları mesela. Burada da Ensar Bey’in kıytırıktan bir derdi sebebiyle doktora gitmesi konu olmuş öyküye ama diyaloglar gerçek olabilecek kadar absürt. Çünkü gerçek kurgudan daha enteresandır.
Sonuncu öykümüz, kitap için güzel bir final yapıp, okurunu sayısız düşüncelere sürükleyen “Hay-mat-los-t!” Vatansız olan birisi varsa, o da doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulan birisidir. Tek amacı kendi olmaktır, hür olmaktır. Herhangi bir güruhun üyesi olmak değil, tüm benliğiyle var olabilmektir. Burada da bu şekilde var olmak isteyen isimsiz kahramanımızın hikayesini okuyor ve kendimize nice dersler çıkarıyoruz.
Velhasıl kelam, kitaptaki öyküler bu şekilde. Okurken insanı alıp götürüyor desem, yalan söylemiş olmam. Dildeki edebi lezzet, kurgudaki ince nüanslar ve mizahi üslup bir araya gelince ortaya şahane on iki öykü çıkmış ve şükür ki, biz okurlarla buluşmuş. Kıymetli bir eser, muhakkak okuyunuz efendim. Size katacağı sözcük ve açacağı ufuk gani gani. İyi okumalar dilerim.